Karanlık kurşun.
Kışkırtıcı kurşun.
Bölücü kurşun.
Söyleyin akılınıza geleni: Doğu Anadolu kentlerinde yaşayan Kürt
kökenli vatandaşları, silahlı isyana çekmek isteyen hain
kurşun.
Suçu kurşuna atın.
Bir yanda “karanlık kurşunu” devlet sıktı çünkü Diyarbakır Baro
Başkanı, zaten hedefe konmuştu diyenler. Öbür yanda; baro başkanını
öldüren “hain kurşunu” PKK’lılar sıktı diyenler.
Hep aynı tekrar!
Hep aynı ezber!
Diyarbakır’ın orta yerinde “dostluk-kardeşlik-barış” simgesi “Dört
Ayaklı Minare’nin” önünde “silahlar artık sussun” dediği sırada
uzun menzilli bir silahtan atılan tek kursunla öldürüldü. Hakkında
yazılanlara bakıyorum: Devletin, Tahir Elçi’yi ne yapıp edip
koruması gerekirdi diyorum.
Hedef olmuştu.
Sırf bu neden yeterdi.
Korunmalıydı.
Yaşamalıydı.
***
“Elçi” soyadını taşıyan amcaları, ağabeyleri, yakınları gibi
kendini “Kürt davasına adamış” biriydi.
Cizre doğumlu.
Hukuk mezunu.
Avukatlığının ilk yıllarında bölgede yaşanan “faili meçhullerin,
yargısız infazların, vuranı bulunmayan ölümlerin” takipçisi olmak
için İnsan Hakları Derneği üyesi olmuş. Türkiye İnsan Hakları Vakfı
kurucuları arasında yer almış.
Davaları takip etmiş.
Takip ettiği davaların önemli bir bölümünü Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi’ne götürerek, mağdurlar lehine karar çıkarttırmayı
başarmış.