Daracık, tozlu toprak yollardan kıvrıla kıvrıla dönerek her sene gelirdik o cennete... Adapazarı’nın bir köyü. Şiir gibi bir yerdi. Yazın, babamın işi için hep beraber Nevşehir’e giderken bir gece kalırdık. Ama ne gece olurdu! Köyün muhtarının eviydi, gelinler, torunlar, 3-4 aile bir arada yaşardı. Ortada ahşap bir merdiven, merdivenin açıldığı geniş bir hol ve bulaşık makinesinin en göze çarpan yerde durduğu büyük bir mutfak...
Babamın askerliğini öğretmen olarak yaptığı köydü burası. O dönem
muhtar, evini açmış, kurulan ahbaplık yıllara uzanmıştı. Öyle çok
severlerdi ki babamı... Bütün köyün biz gelince o eve uğradığını
çok net hatırlarım.
Sonra... Sonra bu cennetten bir parça toprak satın aldı babam.
Yemyeşil bir saklı vahanın ortasından. Ve annemle birlikte adım
adım o yeşilin içine, dışarıdan hiç görünmeyen bir yer inşa
ettiler. Babam, küçük bir maden vagonu ve raylı sistem bile getirdi
bahçeye. Hayattaki en büyük keyfi olan şeyi yapmak, dostları
ağırlamak için. O vagonun içinde döne döne kuzu pişer, hazır olunca
da rayların üzerinden bahçedeki masaya ağır ağır gelirdi. Masanın
hemen üzerinde köylülere yaptırdığı yayık durur, içinde sabah
annemin yapıp koyduğu ayran olurdu. Öğleyin o ayran içilir,
bahçenin diğer köşesindeki taş fırında pideler pişer, akşama da
rakı sofrası kurulurdu. Babam taş plakları çıkarır, gramofonunu
kurardı. Kalabalıklar hatırlıyorum, annemin, babamın 40 yıllık
dostları.. Babamın ilkokul, ortaokul, üniversite arkadaşları...
Öyle coşkulu, öyle canlı günlerdi ki...
Zamanla biz büyüdük ve anne-babanın arkadaşlarına çok da
‘takılmamaya’ başladık. Klasik ergen bunalımlarıyla her şeye burun
kıvırdığımız bir dönem geçti. Durulduktan sonra bir kez daha
keşfettik bu cenneti. Bu kez babamla hayat ve ölüm üzerine
konuşmalarımızı hep burada yapmaya başladık... Karşımızdaki ağaç
denizine bakar ve uzun uzun düşünürdü. İleride buraya kendi
ailelerimizle geleceğimizi hayal ederdi.
Sonra babam gitti. Onun gidişinin bende yarattığı dev boşluğu
bilenler bilir. Ancak hayat kıyıya vuran dalgalar gibi. Yavaş yavaş
her şeyin üzerini örtüyor. Alt taraf aynen dursa da yüzey farklı
gibi görünüyor. Böyle böyle o boşluk aynen dursa da yola devam
etmek için dalgaların boşluğu örter gibi yapmasına izin
veriyorsun.
O dalgaların yaklaşamadığı tek yer babamın kendi elleriyle ilmek
ilmek ördüğü bu cennet. Buraya adımımı atar atmaz bir hatıralar
denizi, bir anne-baba medeniyeti karşılıyor beni sanki. Bu yazıyı
bana yazdıran da bu medeniyet.
Şimdi, babamın ölümünün üzerinden 5.5 yıl geçtikten sonra Ela ve
Yasemin’le, onun yarattığı bu dünyada onun ayak izlerinden
yürüyoruz. Sanki bir tek burada bu kadar net görüyor bizi. Uzaktan
izliyor ve mutlu oluyor.
Kızları tanıması üzerine çok hayaller kurdum. Onları
etkileyebilmesi, onlarla konuşabilmesi üzerine çok rüyalar gördüm.
Ama hayat işte... Kaderi değiştiremiyorsunuz. Yine de bana burada
olmak o kaderin bir kısmını alt etmek gibi geliyor. Sanki babam
hâlâ şu köşede, elle tutamasam da bizi o köşeden sevmeye devam
ediyor...