Dağlık Karabağ sorunu geçtiğimiz hafta yeniden bir alevlendi,
bir söndü. Buzlukta olan sorun birkaç yılda bir Rusya’nın arkadan
güç göstermesi ve tarafları kışkırtmasıyla parlıyor ve yeniden eski
pozisyona dönüyor. Bu meselenin özel olarak ilgimi çekmesinin 2
nedeni var:
Birincisi: Konuyla ilgili Türkiye medyasında kullanılan dilin çok
sorunlu olduğunu düşünüyorum.
İkincisi: Bu konu beni sahada muhabirlik yaptığım ve özlediğim
yıllara götürüyor. 2009 Kasım’ında Karabağ’ı karış karış gezmiş,
işgalci pozisyonundaki Ermeni yönetimle röportajlar yapmış ve
kapsamlı bir yazı dizisi hazırlamıştım. Hatta o gezi daha sonra
Ermeni basınında çıkan bir çarpıtma nedeniyle benim Azerbaycan
tarafından persona-non-grata ilan edilmeme neden olmuştu.
Bizdeki problemli dil ve gizli ırkçılık
Dağlık Karabağ meselesine medyadaki yaklaşım bir türlü atamadığımız
etnik milliyetçilik hastalığımızın aynen yerinde durduğunun net bir
kanıtı. Öncelikle hatırlatayım: Dağlık Karabağ ve etrafındaki 7
Azeri rayonu Ermenilerin kontrolünde. 1988’de Azerbaycan Sovyet
Sosyalist Cumhuriyeti’ne bağlı bölgenin, Ermenistan Sovyet
Sosyalist Cumhuriyeti’ne bağlanmasını isteyen Ermeniler ve buna
karşı çıkan Azeriler arasında başlayan savaş, Sovyetler’in
dağılması sürecinde Rusya’nın ‘böl-yönet’ ilkesine uyumlu bir
şekilde Ermenistan ve Azerbaycan arasında bir çatışmaya dönüştü.
94’te Ermenilerin kontrolü ele geçirdiği bir ateşkes sağlandı.
Azeriler ciddi zulümler gördüler, iki taraftan toplam 30 bin kişi
öldü. Tabii bu durumdan Azeriler haklı olarak hep şikâyetçi oldular
ve Ermenilerin işgal ettikleri topraklardan çıkmasını istediler. Bu
meselenin çözümü için MİNSK Grubu kuruldu, Ermenilerin 5 Azeri
rayonundan çekilmesi ön şartıyla Karabağ’ın durumunun müzakere
edilmesi için çalıştı ancak Ermenistan boykot etti ve sorun
günümüze kadar geldi.