Cumhuriyetin 92. yılını kutluyoruz. Bir asrı doldurmasına da 8
yıl kaldı. 1. Dünya Savaşı’nın enkazından Osmanlı İmparatorluğu’nun
küllerinden doğan Cumhuriyet ilan edildiği gün etrafımızdaki
coğrafyada bugünküne benzer olmasa da birbirinden çok farklı
yapılar içeren devletler vardı. Kiminde devlet yoktu, manda
vardı.
20. yüzyılın başındaki kutuplaşmanın ana eksenini, 1. Dünya
Savaşı’nı kazanan ve kaybeden ülkelerin ayrışmasıyla Sovyetler
Birliği’nin kuruluşu oluşturuyordu. 20. yüzyılın ikinci yarısında
ise kutuplaşma derinleşti, dünya, Doğu ve Batı olmak üzere iki ana
eksene ayrıldı. Arada, bir de Bağlantısızlar Bloku oluştu.
Türkiye’nin etrafında bu üç bloku da temsil eden ülkeler vardı.
1991’de Sovyetler Birliği’nin çökmesiyle Soğuk Savaş da sona erdi.
Bugün gelinen noktada etrafımızdaki bütün ülkelerin sınırları ve
rejimleri en az bir kez değişti.
Türkiye Cumhuriyeti işte bu coğrafyanın ortasında ayakta duruyor.
Önce İbniHaldun’un,
sonra Napolyon’un da kendi ifadeleriyle dile
getirdiği gibi, coğrafya ülkelerin kaderini
belirliyor. Atatürk’ün önderliğinde
gerçekleşen Kurtuluş Savaşı’nın ardından ilan edilen Cumhuriyet, bu
bölgesel kaderin içinde, deyim yerindeyse kendi kaderine yön veren
bir başkaldırıdır aynı zamanda.