Evrensel olarak parlamenter sistem üç ana güç üzerinde duruyor;
yasama, yargı, yürütme.
Kuvvetler ayrılığı ilkesine dayalı olarak devlet çarkını yürüten bu
güçten biri aksadığında sistemin de raydan çıkacağı aşikâr. Basit
bir örnekle söylemek gerekirse üç ayaklı bir masanın ayaklarından
birini ötekiyle birleştirirseniz ne olur? Masa çöker. Bunu yapanlar
aslında ayakları daha güçlü hale getirmeye kalkarlarsa gülünç
duruma düşerler.
AKP iktidarıyla birlikte Türkiye’de yasama gücü, yani TBMM, büyük
ölçüde yürütmenin, yani hükümetin güdümüne girmişti. Hükümet de tek
kişi tarafından idare ediliyordu. Böylece üç ana güçten belki de en
önemlisi olan parlamento neredeyse hükümetin bir alt organı hatta
özel kalemi gibi çalışıyordu.
Hükümet bir yasa tasarısını Meclis’e gönderdiğinde, değil geçmemesi
değişmesi bile tartışılmıyordu. Yasada bariz yanlışlıklar olduğu
görülse bile emir büyük yerden deniliyor, aynen
geçiriliyordu.
Geçmiş dönemlerde bunun pek çok örneğini gördük.
***
7 Haziran seçimlerinden sonra artık yukarıdaki tablo yok. En
azından dün başlayan Meclis Başkanlığı oylamasında önceki
dönemlerden daha farklı bir durum vardı.
Tek partinin mutlak iktidar olduğu dönemde AKP adayını ilan ettiği
an Meclis Başkanı da belli olmuş oluyordu. Dün Meclis’in
kulislerinde 4 partinin adayına da şans veren onlarca senaryo
vardı.
AKP’liler bu senaryolara, “Birinci parti biziz. Meclis
Başkanlığı’nda da hükümette de biz ne dersek o
olur” diyolarlardı. Elbette AKP’nin birinci par-ti olarak
önemli bir belirleyiciliği var, ancak hâlâ mutlak gücün ellerinden
gittiğini kabullenmek istemez bir havadaydılar.