Dün İstanbul 27’inci Ağır Ceza mahkemesindeki duruşmalarının
beşinci gününde tutuklu gazeteci meslektaşlarımızın morali
yüksekti. Hâkim Abdurrahman Orkun Dağ’ın ara verdiği sırada
jandarmaların arasından da olsa arkadaşlarımızla hal hatır sorma
fırsatı bulduk.
Kendisi de gayet formda görünüyordu ama Kadri Gürsel “Kilo
vermişsin biraz” diye takıldı; en son bir yıl kadar önce
görüşmüştük. Biz de Tayfun İçli ile Murat Sabuncu’nun özenle şekil
verilmiş sakalına takıldık. Ahmet Şık’ın da morali iyiydi “Herkese
selam” diye seslendi sıranın sonundan.
Akşam saatlerinde gazetede çalışırken savcı Hasan Bölükbaşı’nın her
üçünün tutukluluğunun da devamını istediği haberi geldi. Üstelik
Ahmet Şık’ın “Savunma değil, itham” diyerek verdiği ifade için de
suç duyurusunda bulunulmuştu.
Karar açıklandığında 7 tahliye olduğuna bile tam sevinemedik. Çünkü
gazetenin İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay’a ek olarak üç gazeteci
meslektaşımızın, Kadri Gürsel, Ahmet Şık ve Murat Sabuncu'nun
tutukluluğu devam ediyor. Bir de Cumhuriyet çalışanı olmadığı halde
savcının bu dosyaya eklediği Kemal Aydoğdu adlı öğretmenin
tutukluluğu devam ediyordu. Bir sonraki duruşma 11 Eylül’de
yapılacak.
Ne yazık ki, gazeteci ve yazar tutuklamalarının muhtemelen bir tür
ceza olarak görüldüğü bir dönemdeyiz.
Hükümet için (ve aslında AK Parti’den önceki hükümetler için de)
“Bağımsız yargının” işi demek gibi bir kaçış ve bahane bulma
noktası var. Bu söyledikleri kâğıt üzerinde doğru ama anca kâğıt
üzerinde doğru.
Ve kâğıt üzerindeki doğruluğu ne 15 Temmuz askeri darbe girişimi
ardından ilan edilen Olağanüstü Hal dönemiyle, ne 2002’den bu yana
devam eden AK Parti iktidarlarıyla sınırlı; onlarca yıldır böyle,
giderek de koyulaşıyor.
Yasalarda gerçekten de gazetecileri, yazarları, medya çalışanlarını
tutuklu yargılayın diye bir madde yok, karar tamamen –ve normal
şartlar altında olması gerektiği gibi- hâkimlere bırakılıyor.