Theresa May'in İngiltere başbakanlığını David Cameron'dan almasıyla, Almanya'nın Angela Merkel'inden sonra Avrupa'nın bir büyük gücünün dümeninde daha artık kadın siyasetçi var.
Kasım’daki ABD başkanlık seçimlerini Hillary Clinton’un
kazanması halinde dünyanın üç önemli ekonomik, siyasi ve askeri
gücünün yönetimi kadınların elinde olacak.
Mesela Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesinden
ikisi, ABD ve İngiltere liderleri ilk defa kadın olacak. Diğer
üçüne gelince… Fransa’da François Hollande, her şey yolunda giderse
en azından 2017 Nisan-Mayıs seçimlerine dek koltuğunda. Rusya’da
Vladimir Putin aynı şekilde en az 2018 Martına dek işbaşında;
yerine kadın bir aday adayı talip değil. Çin’de Xi Jinping’in ne
zaman değişeceği dahi belli değil ki orada siyasette kadının adı
zaten yok.
Eğer Clinton da kazanırsa, mesela dünyanın toplamda
(ABD+Almanya+İngiltere) en büyük üç gücünün yönetiminde kadınlar
olacak; G-7 grubunun üç lideri olarak.
Kadınların dünya siyasetine böylesine ağırlık koymaları insan
türünün bilinen tarihinde ilk defa olacak. Tabii yönetime bu
ağırlıkta kadın eli değmesi siyaseti yumuşatıp, çatışmaları
azaltıp, barış içinde kalkınmayı kolaylaştırıp kolaylaştırmayacağı
ayrı bir konu. Ama tarihte ilk kez olacak.
Bu gelişmenin güçlü ekonomilere sahip Batı demokrasilerinde olması
bir rastlantı mı? (Unutmayalım ki, liderlik koltuğuna bir kadının
oturma ihtimaline en yakın duran ülke de Fransa gibi duruyor.)
Muhtemelen rastlantı değil. Doğuda artık neredeyse tamamen
erkek-egemen siyaset hüküm sürüyor. Suudi Arabistan’dan İran’dan
söz etmiyorum üstelik. Mesela, bir zamanlar Hindistan’da İndra
Gandhi, Pakistan’da Benazir Butto (ikisi de babalarından aldıkları
güçle) yönetimdeydiler;