Memleket sanki felâketin eşiğinden dönmemiş, her taraf hâlâ
toz-duman içerisinde değilmiş de güllük gülistanlık imişcesine
birilerini bir telâştır almış: Kapatılan askerî okulların
binalarının, meselâ Kuleli Kışlası’nın yahut Heybeliada’daki
Bahriye Mektebi’nin şimdi ne olacağı ve kimlere terk edileceği
hakkında her kafadan bir ses çıkıyor...
Kuleli’nin sergi salonu veya demokrasi müzesi yapılması gerektiğini
söyleyenler de var ama illâ da bir söz etmek için ortaya atılmış
“deneysel fikir ihtiyacını karşılayacak bir zemin” yahut “özgürlük
mekânı” hâline getirilmeleri gibi söyleyenlerin bile
çözemeyecekleri muammalar da mevcut.
Şimdi mutlaka bir söz edilmesi şart ya; köprüye, yola, viyadüğe,
restorasyona, hâsılı plânlanan iyi ve faydalı ne varsa hepsine
karşı çıkması ile bilinen Mimarlar Odası da sabredememiş ve milleti
irşad buyurmuş: Kuleli, Heybeliada ve Yeşilköy gibi binalar eğitim
yapılarıymış, bu maksatla kullanılmalarına devam edilmesi
gerekirmiş, yani okul olarak tahsis edilmeli ve rant alanı
olmalarına izin verilmemeli imiş!
DİNLEMEMEKTE HAYIR VAR!
“Rant” endişesine karşı söyleyecek hiçbir sözüm yok. ama işin bir
başka tarafının da mutlaka gözönüne alınması lâzım: Mimarlar
Odası’nın “Aman bu binalara bir şey olmasın, muhafaza edilsinler,
oralarda yeni inşaatlara izin verilmesin” deme hakkının, daha
doğrusu böyle bir uyarıda bulunmaya “yüzünün” bulunup
bulunmadığının...
“Gökdelen”, “rant” yahut “yeşil alanlar” gibi hususlarda en son
konuşması, hattâ bir kelime bile etmemesi gereken tek kuruluş
Mimarlar Odası’dır, zira eleştirip yakındıkları her projenin
altında kendi üyelerinin imzaları vardır! Yeşil alanlara dikilen
rezidanslar, gökdelenler ve rant vasıtası olan ne kadar yapı varsa
projelerini Tabipler Birliği’nin, Veteriner Hekimler veya Esnaf ve
Sanatkârlar Odası’nın değil, Mimarlar Odası’nın üyeleri
hazırlamıştır! Yani, Oda’nın bugün yaygarasını yaptığı bütün o
yapılar, kendi üyelerinin eserleridir!
Mesele bu kadarla kalsa, yine iyi: Hani birileri hiç durmadan
“İstanbul’un görüntüsü değişti, çirkinleşti, zevksiz bir hâl aldı,
çarpık-çurpuk büyüyen bir şehir oldu” diye yakınıyorlar ya...
Sözünü ettikleri bütün bu çirkinlikleri ve zevksizlikleri dikenler
söylediğim gibi mâlûm Oda’nın mensuplarıdır ama şimdiye kadar kendi
üyelerine bir türlü “Yapma, etme!” diyemeyen bir kuruluşun
İstanbul’un geleceğini belirlemeye kalkışmadan önce “Bu sözleri
etmeye hakkım var mı?” diye düşünmesi gerekir.