"Geçmişte de doğanın bir kısmını bozduk, kirlettik, çevreye 'zarar' verdik.
Ama bu daha çok bir adamı kürdanla bıçaklamak gibiydi: Bu
yaptığımız onu incittiği, rahatsız ettiği ve kötüleştirdiği halde,
hayati organlara dokunmuyor, lenf veya kan dolaşımını
engellemiyordu. Biz, doğayı mahvediyoruz diye düşünmedik hiç. Böyle
bir şeyin mümkün olduğuna içten içe bile inanmadık: Doğa çok
büyüktü, yaşlıydı; güçleri –rüzgarı, yağmuru, güneşi- çok yamandı,
kadimdi."
Eylülde ilk kez Türkçe çevirisiyle Everest Yayınları'ndan çıkacak
"Doğanın Sonu" adlı kitabında Bill McKibben geçmişte doğaya
verdiğimiz zararı böyle tarif ediyor.
Bugün ise iş çok ciddi.
Kürdanın yerini satır aldı.
"O adamı" şimdi satırla paramparça ediyoruz.
Organları iflas etme yolunda bir adam artık doğa.
Ve işin kötüsü...
Biz hâlâ satırı sallamaya devam ediyoruz.
Geçmiş çok uzundu diye, doğa insandan çok önce de vardı diye,
gelecek de çok uzun olacak sanıyoruz.
Bu herhalde en büyük yanılgımız.
"Evrimin bizi bakteriden yaratması, zaman çok yavaş bir biçimde
akıp giderken, milyarlarca yıl almıştır, doğru ama bu, zamanın hep
böyle ağır aktığı anlamına gelmez" diyor McKibben.
Düşünürsek, hakikaten de insan binlerce yıl yeryüzünü harap etmeden
yaşamışken, son 200 yılda, Sanayi Devrimi'nden itibaren geçmişin
acısını çıkarırcasına bir talan halinde.
McKibben'ın kitabının ilk yayımlandığı 1989 yılına gelene kadarki
30 yılda bile atmosferdeki karbondioksit oranı yüzde 10'dan fazla
artmış, milyonda 315 parçacıktan 350 parçacığın üzerine çıkmıştı.
Son 10 yılda ozon tabakasında muazzam bir delik açılmıştı. Son 5
yılda Doğu Almanya'da asit yağmurlarından etkilenen ormanların
genele oranı yüzde 10'un altından yüzde 50'nin üzerine
çıkmıştı.