Dün Avrupa Parlamentosu'nun "ilişkileri dondurma" tavsiyesi
üzerine köşelerde ve sosyal medyada yazılanlara şöyle bir
baktım.
Birliğin 50 yıldır Türkiye'ye uyguladığı çifte standarttan sıkılan
insanlar memnun.
Hatta Türkiye'nin daha ileri bir adımla yanıt vermesini isteyenler
çoğunlukta.
Yani vatandaş yine gayet tutarlı.
"Bizimkilerse" aynı havada ısrarcı, yine yakınıyorlar. "AB bizi
istemiyor, öldük bittik..." diye...
Oysa daha dün, AB'ye yaşadıkları ülkeyi yalanlar uydurup şikâyet
eden ve "Türkiye'yi cezalandırın" diye yalvaranlar da onlardan
başkası değildi.
Tıpkı AB'li siyasileri yanına alıp "Türkiye bir cehennem" konulu
konferanslar düzenleyen namı diğer "susamurunun" dün, zora giren AB
üyeliğine ağıt yakması gibi.
Çifte standart yalnızca AB konusuyla sınırlı değil elbette.
Faizci spekülatörlerin altını harlattığı dolar ateşinden en çok
şikâyet edenler de, sosyal medyada piyasalardaki paniği körüklemek
için "ülke batıyor" diye başlıklar açanlar...
Trolleriyle bu manipülasyona yüklenenler... En tematiğinden
kanallarında en bilimsel halleriyle ve her zamanki
"vatanseverlikleriyle" çıkıp "Ben olsam Türkiye'ye yatırım yapmam"
tavsiyesinde bulunanlar...
Aynen alınan güvenlik tedbirlerinden yakındıkları günün ertesinde
eğer bir bomba patlamışsa, yöneticileri yeterli tedbir almamakla
eleştirenler gibi...
Evet, hangi birini sayalım.
Ama gördüğünüz üzere sorunları tutarsızlıkla sınırlı değil. Kötü
niyetli oldukları kadar kurnazlar da.
Akıllarınca.
Ama şark kurnazlığı yaptıkları ahaliyi, aldıkları onca seçim
yenilgisine rağmen hala tanımadılar.
Yer mi Anadolu çocuğu...
Şüpheleri olmasın, yaptıkları ve söyledikleri arasındaki çelişkiyi
görenler, Ege'de çok kullanılan o deyişle seslenecekler yine
bizimkilere sandıkta:
"Yaprağını yerken kıtır kıtır, sapına gelince me!" Olur mu
böyle!
***
En yaratıcı zavallımız
Bu kulaklar, yaşadığı, ekmek yediği, âşık olduğu topraklara zarar vermek için çırpınanların ne önerilerine şahit oldu...