Mayıs 2013'ten beri içeride devam eden tazyik kesildi. 7
Haziran'da HDP'nin aldığı oyların üstüne basan PKK hendek, canlı
bomba derken tüm gücünü harcadı, kaybetti.
15 Temmuz'da askeri darbeye kalkışacak kadar gözü dönen FETÖ ve
fiili müttefikleri son barutlarını da karavana salladılar.
16 Nisan referandumunda blok oluşturan muhalifler kaybetti.
Türkiye'yi AB'ye, AİHM'ye ve hatta müdahale etsin diye BM'ye
şikâyet etmeleri de sonuç vermedi.
Kılıçdaroğlu'nun soyunduğu adalet yürüyüşü gibi eylemler de
istenildiği gibi Gezi benzeri bir sokak hareketine dönüşmedi.
Ufukta da 2 yıldan önce de bir seçim görünmüyor.
İşte yüz yıllık teranelerin yeniden ısıtılıp önümüze konulmasının
nedeni de bu durağanlık.
Başlıca teranelerimizin neler olduğu malumunuz.
"Şeriat geliyor uyanın ey..."
Önce Urfa'da Tunç'tan yapılmış Atatürk heykeline elindeki kör
tarayla "öldürme maksadı olmaksızın" saldıran bir şaklaban
sürülüyor piyasaya.
Ardından güvenlik görevlileri tarafından açık giyindiği
gerekçesiyle Maçka Parkı'ndan kovulduğunu söyleyen kadın manşetleri
süslüyor.
Müftülere de nikâh kıyma yetkisi veren düzenlemeye dair
televizyonlardaki tartışmalarda tansiyon, konukların yayın terk
etmesiyle sonuçlanacak kadar yükseliyor.
Dalaman Havalimanı'nın koridorlarında yankılanan ezan videosu da
dün Facebook ve Whatsapp gruplarında "Tehlikenin farkında mısınız"
başlığıyla elden ele yayılıyordu
Ve daha bir sürü şey...
Evet, kör gözüm parmağına provokasyonları artık gözümüz kapalı
tanıyoruz.
Ancak bu tür operasyonlar karşısında sorumluluğu yalnızca
kışkırtılması hedeflenen vatandaşların aşırı hassasiyetlerin ve
paranoyalarına yıkmak kolaycılıktan başka bir şey değil.
Bu yarayı fark edip, tanımlayıp eleştirdiği halde, kaşıyanları da
konuşmamız gerekmiyor mu artık?
Ya da yıllardır gasp edilen inanç özgürlüğü hakkını elde etmenin
gururunu kaldıramayıp aşırılıklara meyleden sorumsuzları.
Örneğin sigara içine başörtülü kadınlar hakkında imalar dolu
yorumları sanki Türkiye Cumhuriyeti'nin bir normuymuş edasıyla
yazan din adamalarını...