Cumhuriyet sonrası ilk askeri darbeyle 27
Mayıs 1960'ta karşılaştık.
Tek parti rejiminden çok partili hayata geçmemizin üzerinden sadece
10 yıl geçmişken...
ABD'nin hizmetkârı olduğunu bile kavrayamayan bir avuç
çapsız subay, milyonların seçtiği hükümeti devirip başkanlarını,
bakanlarını astı.
Kimse gıkını bile çıkartamadı.
Ülkeyi demokrasiye geçirmekle övünen, Kurtuluş Savaşı
kahramanı ve ana muhalefet lideri İsmet İnönü istese bir
emriyle darbeyi önlerdi. Ama o idamlara bile engel olmaya
çalışmadı.
Yetmedi, bu hukuk ve demokrasi katliamını bayram ilan ettiler!
Millete zorla kutlattılar.
12 Mart 1971'de bu halka yine aynısını yaptılar... İradesini asker
postalları altında ezdiler.
Yine direnen çıkmadı.
İnönü, "Askerin darbe yapıp kendilerine devrim hediye edeceğini"
hayal eden ancak sonra Hanya'yı Konya'yı anlayan Denizlerin
idamını engellemek için ciddi şekilde devreye girmedi.
Atatürk'ün silah arkadaşı, Milli Şef elini masaya vursa "Daha fazla
kan akıtamazsınız" dese kim karşısında durabilirdi?
12 Eylül 1980'de de, 28 Şubat 1997'de de tarih tekerrür
etti.
Her defasında da istisnasız şekilde muhalefet, asker postalına
sarıldı... Seçilmiş siyasiler de hadlerini
aşan generallere hep boyun eğdiler... Halktan aldıkları
emanete sahip çıkacak cesareti gösteremediler.
Liderleri, örgütlü siyasileri su koyuveren halk ne
yapsın?
"Kaderim" dedi, içine attı.
Ta ki Erdoğan'a kadar...
27 Nisan 2007 muhtırası verildiğinde Erdoğan Başbakan'dı. "Solcu
ana muhalefet" yine darbecilere altlık hazırlamak için sokaklara
dökülmüşken daha öncekiler gibi şapkasını
alıp gitmedi.
"Halk getirdi ancak halk götürür, işinize bakın" dedi.
15 Temmuz'da da sözde değil özde demokrat olduğunu, blöf
yapmadığını net şekilde gösterdi.
İsmet İnönü'nün koltuğunda oturanlar tankların arasından sıvışıp
güvenli evlere sığınırken, kendine "solcuyum"
diyenler darbecilerin şerefine kadeh kaldırırken, o
iradesine sahip çıkmaya çağırdığı halkıyla birlikte
sokağa indi.
"Erdoğan'ın Türk ve dünya siyasi
tarihindeki yeri ne?" diye sorsalar herkes farklı
şeyler söyleyecektir.
Benim önceliğim de cevabım da belli...
Asker postalının siyaseti belirlemek için bir araç olarak
kullanması pratiğini ortadan
kaldırdı. Bunun başarılabileceğini tüm dünya
halklarına ve siyasi liderlerine gösterdi. Türkiye'de de
kurumsallaşmış demokrasilerde olduğu gibi artık patronun
halk olduğunu hafızlara kazıdı. Egemenliğin kayıtsız
şartsız sahibi olan millete özgüvenini yeniden
kazandırdı.
Bir siyasetçi için bundan daha onurlu bir icraat var mı?