ALMANYA'da mahkemenin "Asrın soygunu" diye tanımladığı Deniz Feneri e.V. davasının Türkiye ayağı, mutlu bir şekilde sonlandı.
Frankfurt Mahkemesi, eğer "Asıl suçlular Türkiye'de" diye işaret
etmeseydi, mutlu son için bu kadar beklememize de gerek kalmayacak,
bu dava zaten baştan hiç açılmayacaktı.
Sonra savcılar değiştirildi, eski savcılar hapse atılmak istendi ki
davayı yeni devralan savcılar durumdan vazife çıkarıp ateşle
oynamasınlar!
Neyse, biz Türk adaletinin son verdiği karara dönelim:
Sanıklardan eski RTÜK Başkanı Zahid Akman,
1– Deniz Feneri e.V. Derneği'ne ait parayı Türkiye'ye
getirmesi;
2– Şahsi harcamalarının Deniz Feneri e.V. tarafından
karşılanması;
3– Kanal 7'nin uydu kiralarının ödenmesinde Deniz Feneri e.V.
Derneği'ne ait paraların kullanılması;
4– Amaç dışı harcanan Deniz Feneri e.V. Derneği'ne ait paraların
resmi muhasebede denkleştirilmesi için sahte "alındı" belgesi
düzenlenmesi;
5– Bu belgelerin Almanya'ya gönderilmesi eylemlerinden dolayı
zincirleme olacak şekilde "güveni kötüye kullanma" ve "özel belgede
sahtecilik" suçlarından zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesiyle
beraat etti.
Mahkeme sanıklara, Türkiye Cumhuriyeti'nden tazminat isteme hakları
olduğunu da söyledi ki hak geçmesin! Adalet dediğin de böyle bir
şeydir zaten.
Gazeteleri okudum, beraat eden ve zamanaşımından yırtan sanıklar,
dava sonuçlanınca "Yaşasın Türk adaleti" diye bağırmamışlar ve ayıp
etmişler.
Eski Yeşilçam filmlerinde mahkeme sahneleri bu sloganla biterdi,
hatırlar mısınız bilmiyorum.
Sonuç olarak Alman savcılığı bir kez daha haklı çıktı. Deniz Feneri
vurgunuyla ilgili olarak açacağı ikinci davayı açmadı, bekledi.
Beklerken şunu söylemişti: Türk makamları, Türkiye'deki suçluları
cezalandırmakta ya da yargılanmak üzere Almanya'ya iade etmekte
gönülsüz davranacaklar.
Ve öyle de oldu netekim!