BAŞBAKAN Binali Yıldırım, 7 Ağustos'un "uzlaşma kapısını araladığını" söyledi.
“Türkiye, eşsiz bir toplumsal mutabakata varmıştır, gözümüz gibi
koruyacağız” diye de ekledi.
Hayatımın her döneminde iyimser oldum. Rahmetli anneannemden
kulağıma takılmış bir küpe bu:
“İyilik düşün, iyilik bul.”
Onun için Başbakan’ın iyimserlik duygularına katılmamam mümkün
değil.
Evet, bir uzlaşma kapısı aralandı ve o aralanan kapıyı itip ardına
kadar açmak da bizlerin elinde.
Ama hiç kuşku yok ki daha da çok iktidar partisinin elinde!
İktidar partisi şunu görmüş olmalı ki kimse bu iktidarın
meşruiyetini tartışmıyor.
Meşru hükümete yönelik hukuk dışı bir saldırı olduğu vakit,
tereddüt etmeden onun yanında yer alıyor.
Dolayısıyla artık “Hükümetimizi yıkmak istiyorlar” paranoyasını bir
kenara bırakmaları gerek.
Hükümetlerin nasıl gelip nasıl gidecekleri konusunda herkesin tavrı
çok açık: Seçimle gelecek, seçimle gidecek! Bu kadar basit.
Darbe girişiminin ertesinden beri hükümet yetkilileri, sık sık
gücün tek elde toplanmasının sakıncalarından söz ediyorlar.
Bu sadece askeri otorite ile ilgili bir durum değildir.
Sivil idarede de güç tek bir elde toplandığında sistem
bozuluyor.
Başbakan’ın sözünü ettiği “eşsiz toplumsal mutabakatı”
koruyabilmenin yolu, çoğunlukçu değil, çoğulcu bir demokrasi
anlayışının iktidara hâkim olmasından geçiyor.
Herkes anayasal sınırlarının içinde kaldığında, sorunlarımızı kavga
etmeden, konuşarak çözebilmemiz mümkün.
Başbakan’ın da bunun farkında olduğunu düşünelim.
YENİ ANAYASA ZAMANI
ASLINA bakarsanız, şu andaki toplumsal iklim geniş bir uzlaşmaya
dayalı, yeni demokratik bir anayasa yapmak için de önemli bir
fırsat veriyor.
Bugün böyle bir anayasa yapmanın önündeki engel, zannedildiği gibi
“yönetim sistemi” ile ilgili bir konu da değildir.