Âşıklar ‘kendi haklarının yendiğine’ inanmaya başladıklarında iş biter, fiş gider! Bütün mesele, insanın egosunu yenip kendisini aşkına adamasıyla ilgilidir. Özen göstermeyi gerektirir, ilişkiyi derinleştirmek için saatlerce havadan sudan bahsedebilmeyi gerektirir, ortak şeylere gülmeyi öğrenmeyi gerektirir, kendinle dalga geçmeyi bilmeyi gerektirir.
Olayımızın kahramanları genç ve güzel bir kadın ile genç ve
yakışıklı bir erkek. Erkek olan eskiden mankenlik de yaparmış,
şimdilerde dizi oyuncusu olarak temayüz etmiş.
Kadın olan, güzel olmakla birlikte biz faniler gibi sıradan bir
kişi. İnternette ‘kimdir’ diye baktım, şu yazılı: “Hukuk öğrencisi
olan X. adını Y. ile yaşadığı aşk ile duyurmayı başarmıştır.”
Buradan anlıyoruz ki hukuk fakültesine girmek de bir başarı olmakla
birlikte, ‘adını duyurmak’ açısından şöhretli bir erkekle aşk
ilişkisi kurabilmiş olmak daha önemli.
İsimlerini özellikle yazmadım çünkü yazacağım şeylerin
kişilikleriyle ilgisi yok. İki genç insanın kalplerini kırmaktan
kaçınmalıyız.
Erkek olan, Beşiktaş-Fenerbahçe maçından sonra şöyle bir tweet
atmış: “Her şey, herkes boş. Biz sadece Beşiktaş’ı sevdik. Anneden
sonra ilk aşk, tek aşk.” Kadın da aynı gün evrende bir tweet izi
bırakmış.
Tweet’lerin hangi saatlerde atıldıkları ile ilgili bir ayrıntı
gazete haberlerinde yok. Oysa bu da önemli. İlk mesajı kim attı?
Kimin mesajı bir ‘yanıt’ anlamı taşıyor?
Neyse, sonuç olarak genç kadın şöyle yazmış: “Aşk elbette var ama
geçicidir. Geriye kalan sevgidir. Sevgiyi bilmeyenden korkun.”
Bizim gazete de dahil olmak üzere bu mesaj “Evlilikte kriz var”
diye yorumlanmış. İnternetteki sorumsuz dedikodu siteleri daha
kesin: Çift ayrılıyor!
Artık bu işler, şöhretler âleminde böyle yürüyor. Medyaya derli
toplu bir açıklama yapmak yerine, binlerce anlam yüklü bir tweet
atılıyor, Instagram’daki resimler siliniyor ve anlıyoruz ki
tanınmış çift artık yolları ayırıyor. Onu da açıkça söylemiyorlar,
aforizmik üfürükler içinden anlam çıkarmak durumunda kalıyoruz.
Tabii şöyle bir durum da var: Böyle sosyal medya üzerinden
haberleşen çiftler yazdıklarına bir anlam yükleneceğini bildikleri
için kendilerini ‘özlü sözler’ kurmak zorunda hissediyorlar.
Ne oldu ‘Beşiktaşlı duruşu’na?
Burada kızımızın daha başarılı olduğunu teyit etmek
durumundayız. Erkeğinki çok basit: Sadece Beşiktaş’ı sevmiş de
annesinden sonra başka aşkı olmamış da vs.
Kabul ediyorum, normal bir insan tuttuğu takımı değiştirmez.
Kadınlar arasında eşine göre takım tutanlar olduğunu da biliyoruz
ama onlar sayılmaz. Bir erkek eşini, işini değiştirebilir ama
tuttuğu takımı değiştirmez.
Peki bugüne kadar kızlara “Seni seviyorum” filan hiç demedi mi? Hem
de öyle bir-iki filan değil, onlarca-yüzlerce kez söylediğine
iddiaya girerim. Hukukçu kızımızı evlilik için ikna etmeye
çalışırken de mi söylemedi? Onlar mı yalandı, bu mu yalan? Ne oldu
karizmaya, ‘Beşiktaşlı duruşu’na?
Hukukçu kızımızın sözleri daha bir manalı ama o da kifayetsiz
kalıyor. Aşkın geçici olduğunu düşünüyor, bir süre sonra sevgiye
dönüşeceği kanaatinde ve hepimizi uyarıyor: Sevgiyi bilmeyenden
korkun!
Katılıyorum, korkun kızlar! İnanmadıkları sözlerle kalbinizi çalıp
sonra “Ben annemden başkasına âşık olmadım zaten” diye
uzayabiliyorlar belli ki.
Ahmet Rasim bunu kime yazdı?
Hukukçu kızımızın kesin bir yargısı var: “Aşk elbette var ama
geçicidir.” Yaşı böyle kesin bir yargıya varabilecek kadar ileri
değil. Ama hiç evlenmemiş Stendhal bile “Evlilik aşkın mezarıdır”
diye kesin bir hüküm ifade edebildiğine göre, bu konularda tecrübe
o kadar da önemli değil demek ki.
Evlenip altı çocuk babası olmuş Ahmet Rasim de “Birbirleriyle hiç
evlenmemesi lazım gelen kişiler âşıklardır” diye yazmıştı.
Ahmet Rasim deyince duralım ve Tatyos Efendi’nin, onun sözleri
üzerine yazdığı aksak usullü uşşak şarkıyı hatırlayalım: “Bu akşam
gün batarken gel/Sakın geç kalma erken gel/Tahammül kalmadı
artık/Sakın geç kalma erken gel.”
Ahmet Rasim bu sözleri kim için yazmıştı acaba? Çocuklarının
annesine mi, ‘âşık olduğu için evlenmediği’, ismini bilmediğimiz
bir kadına mı? İkincisi sanırım. Altı çocuk büyütmek zorunda kalan
bir kadın nereye gidecek ki, geç kalmayıp erken gelsin?
Baki Çallıoğlu da güftesi ve bestesi kendisine ait nihavend şarkıda
şöyle diyordu: “Nasıl olsa sonu gelmeyecek mi/Her güzel şey gibi
bitmeyecek mi/Bırakıp da beni gitmeyecek mi/Unut sevme beni, bu
aşkın sonu/Ne yazık ki hicran, gözyaşı dolu.”
Evet, her güzel şeyin olduğu gibi aşkın da sonu gelebilir ama bunun
sorumlusu aşkın tarafları olmalı.