Türkiye'de "Tek Parti"den günümüze ulaşan yönetimler, "eğitim
sisteminin en üst halkası" olarak yaklaştıkları "üniversite"ye
yönelik "değişim" programları hazırlamışlardır.
Bunlar ise "üniversite ve öğretim üyesi sayısını artırma,"
"siyasetin kontrolünü tahkim" ve "akademik personelin atanma, ünvân
ve özlük hakları" üzerine yoğunlaşmıştır. Bu yaklaşım konunun
özünün ele alınmasını önlemektedir. Örneğin, günümüzdeki aslî sorun
"doçentlik yabancı dil sınavı taban puanı" ya da "öğretim
üyelerinin doktora sonrasında taşıyacakları ünvân" değildir; ama
gündemimizde bunun ötesine geçen bir "üniversite" tartışması
yoktur.
Üniversite toplumumuzda eğitimin lise sonrasındaki halkası ve
"memur yetiştiren," "meslek kazandıran" kurum olarak
kavramsallaştırılmaktadır. Üniversite, bilhassa modernlik
sonrasında bu işlevleri de yerine getiren bir müessesedir, ancak
bunlar ile "nicelik" üzerine aşırı yoğunlaşmanın onu "yüksek lise"
ve "meslek hazırlık programı"na indirgeyeceği gözden uzak
tutulmamalıdır.
Bunun önlenmesi için, üniversitenin yeniden "tanımlanması,"
"hedeflerinin" farklılaştırılması, "nitelik"in "nicelik"in önüne
geçirilmesi ve "özerkliğin güçlendirilmesi" gereklidir.
Tarihî gelişim
Tarihî gelişim çizgisine bakıldığında Türkiye'deki üniversite
algısının zikrettiğimiz kavramsallaştırmaya evrilmesi şaşırtıcı
değildir. "Üniversite," Jacques Verger'in de vurguladığı gibi
ortaçağın ürünü, ancak onun savunduğu gibi Avrupa'ya özgün olmayan
bir kurumdur.
Bu, Antik Yunan akademileri, Bizans başkentindeki Pandidakterion,
Çin ve Hindistan'daki eski eğitim müesseselerinin kapsamlı
programlar ortaya koyamadıkları anlamına gelmez.
Buna karşılık "üniversite" şehirleşmenin ilerlediği, zenginleşen
kültürel merkezlerde "bilgi"ye yönelik talep artışının ürünü,
kurallarını belirleme alanında özerk, kararların öğrenci ve hocalar
tarafından alındığı, kurumsal kişiliğe sahip ve "üniversel"
karakterli bir kurum olarak onlardan farklılaşmıştır.
Batı ortaçağında Bologna, Coimbra, Salamanca, Salerno, Oxford
benzeri şehirlerde kurulan üniversitelerin çoğu ilerleyen yıllarda
Paris Üniversitesi'ni izleyerek teoloji, hukuk, tıp ve felsefe
bölümlerinden oluşan kurumlara dönüşmüşlerdir.
Bu üniversitelerde öğrenci ve hocalar Osmanlı loncalarını andıran
bir örgütlenme çerçevesinde faaliyet göstererek kurumlarının
kurallarını belirlemişlerdir.
Bu dönemde üniversiteler aynı lisanda (Latince) eğitim yapmış,
studium generale çerçevesinde her ülkeden öğrenci kabûl etmiş,
ihtisas kazandırmak yerine tüm "bilgi"yi aktarmaya çalışmış,
verdikleri dereceler her yerde geçerli olmuştur.
Modernlik ve Fransız İhtilâli sonrası gerçeklik "üniversite"
üzerinde kapsamlı değişim yaratmıştır. Convention nationale tümü
kapatılan yirmi üç "üniversite" yerine "ihtisas okulları"
kurulmasını kararlaştırarak yeni bir dönemin başlangıç noktasını
oluşturmuştur.
Napoleon tarafından hayata geçirilen bu karar bürokrasi
kontrolündeki "yüksek eğitim" kurumlarının devlete sadık, ihtisas
sahibi memurlar yetiştirecek yapılar biçiminde örgütlenmesi
neticesini doğurmuştur. Bu uygulama merkezileşen "yeni devlet"in
taleplerine verilen yaygın bir cevaptır. On dokuzuncu asır, Fransız
modelini örnek almayan toplumlarda, örneğin Prusya'da da "meslek
okulları"nın doğuş ve yükselişine tanıklık etmiştir. Bu dönemde
Batı üniversitelerinde "özerklik" ve "üniversellik" fazlasıyla
aşınmıştır. Ama oluşmuş olan "gelenek" köklü kurumları devlete
karşı koruyan kalkan vazifesi görmüştür.
Medrese dönüşemeyince
İç kurallarını oluşturmada özerkliğe sahip, eğitimin büyük bölümünü
aynı lisanda (Arapça) veren, dereceleri İslâm âleminde geçerli
medreseler de Batı ortaçağının "üniversiteleri"ne benzemişler,
ancak modern çağa uzanan süreçte onların geçirdiği dönüşümü
yaşamamışlardır.
Bu tespit, özerklik alanı daha sınırlı olan Osmanlı medresesi için
de geçerlidir. "Üniversite"nin tersine Osmanlı medresesi on altıncı
asırdan itibaren kapsama alanını daraltmış, örneğin, felsefî
eserleri programından çıkartmış, Gelibolulu Mustafa Âlî, Koçi Bey
benzeri düşünürlerin vurguladığı gibi içine kapanmış, Darü't-tıb,
Darü'lhendese benzeri "ihtisas medreseleri" ise
sürdürülememiştir.
Medresenin gelişim çizgisi, on dokuzuncu asır Osmanlı idarecilerini
Fransa örneği ile Avrupa'daki ihtisas okullarından etkilenen ve
devlete memur yetiştirmeyi hedefleyen "mekâtib-i âliye" tesisine
yöneltmiştir.
Kadastro ve gümrük görevlisinden, kaymakam ve askerî doktora ulaşan
mesleklerde "memur yetiştiren" bu okullar "üniversite" geleneğine
dayanmadıklarından, "üniversal" kurumlar olamamışlar ve devlet
tarafından şekillendirilmişlerdir.
Darülfünûn da gelenek oluşturmasına imkân vermeyen kısa ömründe
dolaylı yolla memuriyete hazırlayan ihtisas şubelerinin oluşturduğu
bir yapı karakteri arz etmiştir.
Cumhuriyet sonrası
Cumhuriyet, meslek okulları, Darülfünûn ve ıslâhı için İkinci
Meşrutiyet döneminde yoğun çaba harcanan medreselerden oluşan
"yüksek eğitim" mirası devralmıştır. Medreseler devre dışı
bırakılınca geri kalanlar rejimin "ideolojisini yeniden üreten" ve
"devlete eleman yetiştiren" kurumlar olarak örgütlenmişlerdir.
"Reform" olarak adlandırılan "1933 tasfiyesi" de bunu
pekiştirmiştir. Yeni müesseseler, örneğin Ankara'da kurulan Hukuk
Mektebi ve Yüksek Ziraat Enstitüsü de benzer amaçlara hizmeti
hedeflemiştir. İstisnâ olduğu izlenimini veren Dil ve
Tarih-Coğrafya Fakültesi ise Türk Tarih ve Dil tezlerinin
geliştirilmesi düşünsel arka planının ürünüdür.
İstanbul ve Ankara üniversitelerinin değişik alanlarda parlak bilim
insanları yetiştirmesine karşılık Türkiye'de yaratılan "gelenek"
ağırlıklı biçimde "memur yetiştirme" ve "devlete hizmet" merkezli
olmuştur. İlerleyen yıllarda bunlara, özel sektör genişlemesi ile
hızlı nüfûs artışının doğurduğu, "iş piyasasına hazırlama" hedefi
de eklenmiştir. Köklü Batı kurumlarını örnek alan vakıf
üniversitelerinin kuruluşu farklılaşma yaratmış, ama bunların
çoğunluğu da "işe hazırlama" genel eğilimine uymuştur.
Tanım ve hedef
Türkiye'de "üniversite"nin temel sorunu oluşan "gelenek" ve mevcut
"kavramsallaştırma"dır. Dolayısıyla önümüzdeki mesele yeni bir
tanım yapılması ve hedeflerin belirlenmesidir. Az sayıda vakıf
üniversitesi bunu gerçekleştirmiştir. Ancak üniversiteleri kontrol
eden siyaset ve bürokratik kurumların da önceliği "sayı artırma,"
"akademik yükselme koşulları," "ünvânlar" benzeri konulardan
"tanım" ve "hedef belirleme"ye kaydırması ve devlet kontrolünü
sınırlandırması gerekmektedir.
Büyük çapta kâğıt üzerinde kalan "araştırma üniversiteleri"
girişiminin hayata geçirilmesi bu alanda atılacak ilk adım
olabilir. Fakat gerçek bir dönüşümün gerçekleştirilebilmesi her
şeyden önce "üniversite"nin işlevinin sadece "memur yetiştirme" ve
"meslek kazandırma" olmadığının kabûlünü gerekli kılmaktadır.