"Dindarlar"ın "nasıl yaşayacakları" inanç sistemlerinin temel
tartışma konularından birisidir. Modernlik sonrası gerçekliğinin
karmaşıklığı, sekülerleşme ve dinî otoritenin parçalanması konuyu
daha da çetrefil hale getirmiştir.
Modernlik sonrasında sadece dinlerin özü sorgulanmamış, dindarların
yeni gerçekliğe nasıl uyum gösterecekleri de tartışılmıştır. Bu
alanda on dokuzuncu asrın ilerleyen yıllarında yaygın kabul gören
iki beklenti de gerçekleşmemiştir.
Dinler özlerine yönelik "bilimcilik" temelli eleştirilere cevap
verebilmişler ve Jean-Marie Guyau'nun öngördüğü tarzda,
"örgütlenmiş din"in ortadan kalktığı, inancın "felsefî ve bireysel"
düzeye indirgendiği bir dünya ortaya çıkmadığı gibi varsayılanın
tersine yirminci asrın son dönemlerinde "dindarlık" yükselişe
geçmiştir.
Bunun yanı sıra modernlik ile bağdaştırılamayacağı düşünülen
"dindarlık" tekil "modernlik" dayatmasına direnmiş ve zikredilen
beklentinin tasavvur ettiği ile taban tabana zıt bir gerçekliğin
şekillenmesine neden olmuştur. Post-modern dünya, "dindarlar"ın
uzlet ve itikâfa yönelmek yerine "yaşam tarzlarını" yeniliklerle
bağdaştırdıkları bir toplum olmuştur.
Gelenek ve Modernlik
Süreç içinde Hıristiyan dünyasında "Lamentabili sane exitu" ve
"Pascendi dominici gregis" benzeri Vatikan belgelerinin
"modernlik"e yalın kılıç saldıran yaklaşımından onu gelenek ile
bağdaştıran noktaya gelinmiştir. Benzer şekilde Müslümanların şapka
giymelerinin dinden çıkma amacını taşımadığı müddetçe "teşebbüh"
sınıflamasına sokulamayacağı, onların Yahudi ve Hıristiyanlar
tarafından kesilen hayvanların etlerini yiyebilecekleri yorumunu
yapan Transvaal fetvası (1903) sonrasında "Allah'ın emirlerini
inkâr ettiği" ileri sürülerek yarı çıplak bir Avrupalı kadının
beline sarılmış, ayağına köpek sürünen şekilde karikatürize edilen
Mısır Müftüsü Şeyh Muhammed Abduh'un Reşid Rıza tarafından
sürdürülen yenilikçiliği ilerleyen yıllarda yaygın kabûl görmeye
başlamıştır.
Bu, "mu'amelât" alanında değişime karşı çıkanların sahneden
çekildiği anlamına gelmez. Günümüzde Abduh ve takipçilerini "tekfir
eden" ulemâ varolduğu gibi X. Pius'un modernlik karşıtı "haçlı
seferi"ni sahiplenen Fraternitas Sacerdotalis Sancti Pii X benzeri
örgütlenmeler de hatırı sayılır taraftar toplayabilmektedir.
Yahudileri "geleneğe uygun yaşatma" amacıyla her türlü yenilikçi
yoruma karşı çıkan Haham Yosef Şalom Elyaşiv altı sene önce son
yolculuğuna çeyrek milyon kişi tarafından uğurlanmıştır.
Bu örneklerin de ortaya koyduğu gibi "din"in yorumlanması,
"dindarlar"ın mu'amelât alanında yönlendirilmesi post-modern
toplumun önemli tartışma alanlarından birisini oluşturmaktadır. Bu
konuda en ortodoks yaklaşımlardan en liberal görüşlere uzanan
yelpazede yorumlar dile getirilebilmekte, bunların savunucuları da
"sadece kendi yaklaşımlarının" dine uygun olduğunu savunmaktadır.
Bunların çoğulculuk testleri sunduğu şüphesizdir.
Çoğulculuk testleri
Bu alandaki ilk test "dindar olmayanlar"ın mu'amelâta ilişkin her
türlü dinî yorumun "çağdışı" olma ve seküler yaşama tehdit
oluşturma gerekçeleriyle "yasaklanması" taleplerine ilişkindir.
Laikliğin, değişimi reddeden görüşler başta olmak üzere, tüm "dinî
yorumlar"ın yasaklanmasını gerekli kıldığı tezi aşılması gereken
ilk engeldir. "Tekil modernlik" varsayımıyla savunulan bu
"yasakçılık" post-modern gerçeklikle çelişmesinin yanı sıra
özgürlükçü bir toplumun kabul edemeyeceği bir taleptir. Laik devlet
"dinî yorumu yasaklayan" değil "dinî yorumlar arasında tercih
yapmayan" bir yapılanmadır. Çoğulcu bir toplumda "dindar
olmayanlar" dindarların mu'amelâta ilişkin hassasiyetlerini
paylaşmasalar da onlara saygı göstermek zorundadır.
İkinci imtihanımız ise "tekçi, tartışılmaz, herkesin uyması zorunlu
yorum" beklenti ve taleplerinin cevaplandırılması konusundadır.
Müslümanlar ya da diğer inanç sahiplerinin "yaşam biçimleri"
üzerine "yorum"lar çoğulcu bir ortamda dile getirilmeli ve devlet
indinde eşit muamele görmelidir.