Donald Trump'ın ABD başkanlığına gelişi küresel ölçekte yükselen
popülizmin "yeni bir başarısı" olarak yorumlandı. Rafael Correa,
Nicolás Maduro ve Evo Morales benzeri Latin Amerika liderlerinin
sol popülizm temelli siyasetleri, İngiltere'de UK Independence
Party'nin Brexit referandumunda oynadığı kilit rol ve Kıta
Avrupası'nda yabancı düşmanı, İslâmofobik sağ popülizmin kazandığı
zemin göz önüne alındığında bu tespite itiraz edebilmek zordur.
Bu açıdan değerlendirildiğinde Trump'ın iktidarı popülizmin küresel
yükselişi açısından önemli bir dönüm noktasını temsil
etmektedir.
Demokraside popülist iktidar
Buna karşılık Trump'ın zaferi popülizmin İkinci Dünya Savaşı
sonrasında ilk kez gelişmiş bir demokraside iktidara gelişini de
temsil etmektedir.
Zikredilen süreçte popülizm mümbit ortam bulduğu Latin Amerika
ülkelerinde egemen siyaset biçimi olmuş, Sani Abacha, Paul Biya,
Robert Mugabe ve Jacob Zuma benzeri liderler onu Afrika'da yeni
ufuklara taşımışlar, Joseph Estrada, Roo Moo-hyun, Mahathir
Muhammed, Thaksin Shinavatra Asya'nın bu alanda geride kalmaya
niyetinin olmadığını ispatlamışlardır.
Dolayısıyla popülizm, bilhassa da onun "kötülere karşı masum
iyileri koruyan güçlü, otokratik lider" uygulaması yaygın biçimde
tecrübe edilmiştir.
Ancak popülizm, gelişmiş demokrasilerde "yerleşik nizâm," "çok
kültürlülük," ve başta Müslümanlar olmak üzere göçmen ve yabancı
düşmanlığı temelinde siyaset üreterek zemin kazanmasına karşılık
muhalefette kalmış ya da merkez partileri ve Brexit örneğinde
görüldüğü gibi hayatî referandayı etkilemekle yetinmiştir.
Bu nedenle popülizmin demokrasi ve kuvvetler ayrımı gelenekleriyle
fren ve denge mekanizmaları güçlü, bürokrasi ve basının kontrol
altına alınmasının imkânsız olduğu, karizma temelli popülist
otokrasiye yönelim ve şahıs kültü oluşumunun önünde ciddî
engellerin bulunduğu bir toplumda iktidar oluşu önemli bir
deneyimin yaşanmasına neden olacaktır.
Amerikan ana akım muhafazakârlığının değerlerini benimsemeyen buna
karşılık radikal sağın yabancı düşmanlığı, İslâmofobi, çok
kültürlülük karşıtlığı ve özgürlükleri marjinal gruplara verilen
tavizler olarak gören yaklaşımlarını siyasallaştıran Trump, bunları
popülist bir söyleme dönüştürmüştür. Trump'ın başarısı kendi başına
iktidar olamayacak bu sağ popülizmi yaygın orta sınıf "kurulu düzen
hoşnutsuzluğu" ile bağdaştırmasında yatmaktadır.