Türkiye’nin içinden geçtiği zor süreçte “olağanüstülük”ün cazibesine kapılmaması ve bunu “düzen”e dönüştürmekten şiddetle kaçınması gereklidir
Diyalog, çoğulculuk, yasakçı laiklik yorumunun değişimi benzeri
taleplerin ardında değişik istihbarat örgütlerinin taşeronluğunu
yapan kapalı bir örgütlenmenin darbe girişimi modern tarihimizin en
önemli toplumsal travmalarından birisini tetiklemiştir.
TBMM'yi bombalayan, vatandaşlarına acımasızca ateş açmakta tereddüt
göstermeyen bu örgütlenmenin neden olduğu travmanın derinliği,
güçlü "toplumsal aldatılma" duygusu ile ülkenin ilk kez "darbe"nin
ötesinde yabancı güçler adına "işgal" girişimine muhatap olmasından
kaynaklanmaktadır.
Bu derinlikteki bir travmanın söz konusu kapalı yapılanmanın
bürokrasi, adalet sistemi ve silahlı kuvvetlerde örgütlenmiş
üyelerinin ayıklanması ve bunlardan darbe girişimine katılanların
cezalandırılması alanında sert bir reflekse neden olması şaşırtıcı
değildir. Sadece toplumsal düzeni değil bizzat varlığı saldırıya
uğrayan bir toplumun bunun müsebbiplerini tecziye girişiminin
meşruiyeti tartışılamaz.
Olağanlaşma tehlikesi
Bu çerçevede değerlendirildiğinde darbe girişiminde bulunanların
ortaya çıkarılması ve cezalandırılması için OHAL ilânı ve olağan
dışı önlemlere başvurulmasının anlayışla karşılanması
gereklidir.
Buna karşılık bu süreçte dikkatle kaçınılması gereken bir tuzak
bulunmaktadır. Bu ise yakın tarihimizdeki tecrübelerin de ortaya
koyduğu gibi "olağanüstülüğün