New York Times'ın 2016'da açtığı "The Interpreter (Tercüman)"
sütûnunda uluslararası gelişmeleri tahlil eden Max Fisher iki hafta
önce İsrail Parlamentosu'nun "Yahudi Ulus Devleti" kanununu
kabûlünü eleştiren bir makale yayımladı.
Muhafazakâr Yahudilerin tepkisine neden olan bu değerlendirme,
İsraillilerin "kimlik" ve "demokrasi" seçeneklerinden hangisinin
"öncelik" taşıyacağı konusundaki tercihlerini pek çok toplumda
görüldüğü gibi birinci kavram lehine kullanarak ciddî bir hata
yaptıklarını savunuyordu.
Fisher, analizinin tarihî arka planını oluştururken İsrail'in
kurucu babası David Ben-Gurion'a ait olduğunu vurguladığı ifadeleri
kullanmaktadır. Bu ise konunun özü kadar "kurucu babalara atıf
yoluyla meşrulaştırma" yaklaşımının da tartışılmasını anlamlı
kılmaktadır.
Değerlendirmede, Ben-Gurion'un 1967 Arap-İsrail Savaşı sonrasında
işgal edilen toprakların hızla terk edilmesi yolunda uyarıda
bulunduğu, bunun yapılmamasının Yahudileri korumanın yanı sıra
"demokrasi ve çoğulculuk" hedeflerine ulaşma amacıyla kurulmuş olan
genç devleti farklı bir yola sokacağı uyarısını dile getirdiği
ileri sürülmektedir.
New York Times yazarı, Ben-Gurion'un öngörüsü göz önüne alındığında
"Yahudi Ulus Devleti" kanunu ile yapılan tercihin önemli bir riski
beraberinde getirdiğini ileri sürmektedir.
Burada ilginç olan Fisher'ın, pek çok İsrailli liberal gibi
"işgalin sonlandırılması" ve "iki devletli çözüm"ü "kurucu baba"ya
referansla meşrulaştırmaya çalışmasıdır. Ben- Gurion'un iddia
olunanın zıttı siyasetleri savunmuş olmasının konuya başka bir
boyut kazandırdığı şüphesizdir.
Martin Kramer başta olmak üzere tarihçiler, toplantı tutanakları,
konuşma zabıtları ve kişisel belgeleri benzeri kaynakları
kullanarak Ben-Gurion'un sıklıkla atıfta bulunulan "sözleri"nin
yanlış bir aktarımın tekrarından kaynaklandığını ortaya
koymuşlardır.
İsrail kurucu lideri, iddia olunanın tersine, 1967 Savaşı
sonrasında Kudüs ve Gazze'nin ilhakı ve Batı Şeria'nın İsrail'e
bağlı bir otonom bölge haline getirilmesini arzulamış, önceleri
şartlı olarak geri verilebileceğini düşündüğü Sina Yarımadası ve
Golan Tepeleri hakkındaki fikrini de değiştirerek bu bölgelerin
Yahudi yerleşimine açılması ve ilhakını savunmuştur.
Dolayısıyla popüler kitaplar kaleme alan Amerikalı Haham Arthur
Hertzberg'in iddiasına dayandırılan "Ben-Gurion işgale karşıydı"
iddiasının tarihî dayanağı bulunmamaktadır. Burada sorulması
gereken neredeyse her barış yanlısı İsrailli'nin neden ısrarla
yanlışlığı kanıtlanmış bir "öngörü"ye atıfta bulunduğudur.
Son tahlilde, iki devletli çözüm ve işgalin sonlandırılması benzeri
taleplerin Ben- Gurion'a dayandırılması gibi bir zorunluluk yoktur.
Ancak, bu tezler savunulurken, sıklıkla "kurucu baba"ya atıfta
bulunulmaktadır.
Neden alıntı ve atıf yapıyoruz?
Değişik konularda yaklaşım geliştirirken ünlü felsefeciler,
edebiyatçılar, düşünürler, din adamları ve siyasî liderlerin vecize
ve yorumlarının kullanımı günümüzün modası değildir. Dolayısıyla,
ilk baskısı 1941'de yapılan "Oxford Dictionary of Quotations
(Oxford Alıntılar Lugatı)"nı yeni bir derleme türünün önde gelen
örneği olarak görmek doğru değildir. On altıncı asra gelindiğinde,
antik çağ örnekleri de bulunan "vecize derlemeleri," en çarpıcısı
ünlü hümanist Desiderius Erasmus'un son baskısı binlerce özlü sözü
kapsayan kitabı olan, kapsamlı başvuru eserleri biçimini almıştı.
On sekizinci asırda bu türü ortalama insanın kullanımına sunan
"Poor Richard's Almanac"lar, bâzıları eski düşünürler tarafından
dile getirilen, çoğu ise ABD'nin kurucu babalarından Benjamin
Franklin'in değişik durumlara uyarlanabilecek vecizelerini kapsayan
özlü söz derlemeleriydi.
Bunlar, yazarların sıklıkla başvurarak, seçtikleri alıntılarla
"tezlerini" güçlendirdikleri ve renklendirdikleri "vecize
depoları"na dönüşmüşlerdi.
Aristo'ya yapılan atıf, bir yaklaşımı "derinleştiriyor,"
Shakespeare'den pasaj, Hayyam'dan rubaî aktarımı ona "edebî" bir
lezzet katıyor, İncil'den alıntı "ruhanî bir boyut" ve "dinî
meşruiyet" kazandırıyor, Franklin'in "iyi savaş ve kötü barış
yoktur" vecizesi benzeri özlü sözler ise ortalama insana
fikirlerini bir dünya görüşü bağlamında ifade imkânı sunuyordu.
Vecize kullanımının tarihî gelişimi değerlendirildiğinde, Aristo,
Eflatun, Hayyam, Hulefâ-yı Raşidîn, Luther, Mevlâna, Milton, Sadi-i
Şirazî, Shakespeare, Wycliffe benzeri düşünür, edebiyatçı ve din
adamları ile kutsal kitaplar ve hadislerden derlenen alıntılardan
Washington, Comte, Marx, Engels, Lenin, Atatürk benzeri "büyük
kuram yaratıcıları" ve "kurucu babalar"ın özlü söz ve öngörülerine
kayış gözlemlenmektedir. Dinlerin gerilediği, milliyetçilik,
sosyalizm gibi ideolojilerin yükseldiği on dokuzuncu asırda kutsal
kitaplar yerine "seküler temel eserler"e başvurulurken, felsefeci
ve edebiyatçıların sözleri de yeni devletlerin "kurucu babaları"nın
vecizeleri ile ikame edilmiştir.
Kurucu liderin adına "izm" ekleyen toplumlarda ise ona sıklıkla
yapılan atıflar, "kutsallık kazandırma," "meşrulaştırma," "geleceği
öngörme," "yol gösterme," "yanlıştan koruma," "karmaşık bir olguyu
basite indirgeme" benzeri işlevleri yerine getirmiş ve "vecize
tekeli" oluşturmuştur.
"Kurucu baba" alıntıları
Bu çerçevede değerlendirildiğinde, Filistin'de işgalin
sonlandırılmasını Ben- Gurion'un dile getirmediği sözlere atıfta
bulunarak talep etme şaşırtıcı bir gelişme değildir. Bu tercihin,
değişik yaklaşımların Atatürk'ün söylediği ya da ona yakıştırılan
sözler yardımıyla savunulduğu ve meşrulaştırıldığı Türkiye'de
anlaşılması oldukça kolaydır.
Doğal olarak adına bir "izm" yaratılmamış, "hatasızlık" zırhından
yoksun Ben-Gurion'un, SSCB'de Lenin ya da Türkiye'de Atatürk
üzerinden yaratılana benzer bir "meşrulaştırma" sunması söz konusu
değildir. Buna karşılık İsrail kurucu lideri de bir cazibe merkezi
olmayı sürdürmektedir.
"Kurucu baba" atıflarına ihtiyaç duyulması, son tahlilde,
"liderler"in niteliklerinden ziyade toplumun koşulları ile
bağlantılıdır.
Genç devletler, kemikleşen sorunlarını çözemeyen toplumlar,
otoriter ya da liberal demokrasiye dönüşemeyen rejimlerde bunların
işlevselleştirilmesi sürdürülmektedir.
Örneğin, Washington'ın "Veda Konuşması" (1796) bir asra yakın bir
süre "yol gösterici" metin olarak tedavülde tutulduktan sonra
tarihselleştirilmiş, buna karşılık, SSCB dağılana kadar Lenin'e
atıfta bulunulmaksızın herhangi bir konuda görüş açıklanamamıştır.
Liberal demokrasiye dönüşme potansiyeli yüksek bir toplum iken
varoluşsal sorununu çözemeyen ve "kimlik"i "çoğulculuk"un önüne
geçiren İsrail'de de Ben-Gurion'un "söylemediği" sözlerin
liberallere "fener" hizmeti görmeyi sürdüreceği şüphesizdir.