“Kemalizm”in bir “çoğulculuk” projesi olarak günümüze taşınması yerine bir “otoriter modernleşme” projesi olarak tarihselleştirilmesi gereklidir
Gündemimizden çıkmayan tartışmalardan birisi de son günlerde
yeniden ivme kazanan "Kemalizmdemokrasi" ilişkisidir.
Taraftarlarının iddiasına göre Kemalist proje demokrasi tesisini
hedeflemekle birlikte tevârüs ettiği "köylü" toplumunu dönüştürme
önceliği buna imkân tanımamıştır. Bir "ümmet"i "millet"e
dönüştürme, "kullar"dan "vatandaş" yaratmanın zorluğu, söz konusu
projenin "şiddetli arzusuna karşılık" demokrasiye geçişi
ertelemesine neden olmuştur. Aynı proje, buna karşılık, daha sonra
toplumun "hazır olmaması"na rağmen "çoğulcu demokrasi"yi kendi
arzusuyla kabûl etmiştir.
Yakın tarihin bu şekilde inşa edilmesi sadece gerçekliğin
çarpıtılmasına neden olmamakta, önemli bir dönemi
tarihselleştirmemizi de engellemektedir. Bu yaklaşımın bir diğer
temel sorunu ise seçkinci bir "otoriter modernleşme" projesinden,
"demokrasi ve çoğulculuk" hedefleyen bir tasavvur çıkarma gayreti
içine girerek onu günümüz için de anlamlı bir "siyaset" olarak
kavramsallaştırmasıdır.
Halbuki yapılması gereken söz konusu projenin kendi bağlamında,
"yukarıdan aşağıya modernleşme girişimi" olarak
değerlendirilmesidir. Unutulmamalıdır ki, "Kemalist proje"
açısından "siyaset" bir "araç" olmanın ötesinde değer
taşımamıştır.
Siyasî miras
Kemalist projeyi değerlendirirken düşülen temel hatalardan birisi
onun devraldığı siyasî mirasın "kendi yorumu üzerinden"
değerlendirilmesidir. Tek Parti propagandasının kullandığı
"kul-vatandaş," "ümmet-millet," benzeri kavramsallaştırmaların
sorgulanmadan kabûlü, "çoğulculuğun uygulanamayacağı bir toplumsal
yapı" ve "isteğine karşılık demokrasiyi gerçekleştiremeyen" bir
hareket algısı yaratmaktadır.
Buna karşılık kaynaklar 1922 öncesinde "vatandaşlık" bilincinin
oldukça yüksek olduğu, siyasetin bunun ile "millî egemenlik"
kavramı etrafında şekillendiğini ortaya koymaktadır. 1908
sonrasında "hâkimiyet-i milliye" gazete adı olacak derecede
popülerleşmiş, meclis oturumlarında sıklıkla dile getirilen bu
kavram meşrutiyet rejiminin temeli olarak algılanmıştır. Böylesi
bir yapıda toplum üyeleri, bilhassa da seçkinlerinin "kul" olduğunu
ve "millet bilinci" geliştiremediğini ileri sürmenin tarihî
gerçeklikle çeliştiği ortadadır.
Türkiye'nin 1923-1950 döneminde yapmaya muvaffak olamadığı özgür
seçimleri 1908'de hayata geçiren, isyan, savaş ve siyasal
çalkantılara karşılık dört yıl süre ile çoğulcu parlamenter rejimi
sürdüren bir yapıyı "ümmet" ve "kul" kavramları üzerinden
açıklayabilmek mümkün değildir.