Entelektüel karşıtlığı şüphesiz sadece Türkiye'de revaç bulan
bir yaklaşım değildir. Richard Hofstadter günümüzde klasik eser
haline gelen Amerikan Yaşamında Anti- Entelektüalizm çalışmasında
Atlantik'in karşı kıyılarındaki derin ve yaygın entelektüel
düşmanlığının nedenlerini tahlil etmeye çalışmıştır.
En uç vurgusunu General José Millán- Astray'in "Yaşasın Ölüm!
Kahrolsun Entelektüeller!" ifadesinde bulan bu düşmanlık, günümüzde
yeniden küresel ölçekte yükselişe geçen popülist ideolojinin de
dayanak noktalarından birisini teşkil etmiştir. Amerikan halk
dilinde "yumurta kafalılar (eggheads)" deyimiyle aşağılanan
"entelektüeller"in "toplumun genelinin değerlerine yabancılaşmış
asalaklar" olduğu kanaati pek çok toplumda yaygın kabul
görmektedir.
Ancak Türkiye'nin "entelektüel karşıtlığı"nın küresel liderlerinden
birisi olduğu tartışma götürmez. Bu özgün örnekte, siyasetin iki
temel kutbu tarafından da değişik nedenlerle savunulan entelektüel
karşıtlığı, "rejim tezlerini içselleştirmemiş ya da değerlere
yabancılaşmış entelektüellerin dışlandığı toplum" talebi
çerçevesinde meşrulaştırılmaktadır.
Diğer bir ifadeyle modern Türk antientelektüalizmi "devrimi
sahiplenmeyen entelektüelleri" dışlayarak ve "kitleyi aşağılayan,
onu dönüştürmeyi hedefleyen bürokratik diktatörlük" eleştirisinden
yola çıkarak "entelektüelleri marjinalleştirilmiş, seçkinsiz
toplum" idealini içselleştirmiştir.
Bunun, zikrettiğimiz gibi, popülist söylem düzeyinde kalmayarak
siyasetin iki temel kutbu tarafından da benimsenmesi, her konuyu en
basit düzeyde tartışan, sorunlarına derinlikli yaklaşımlar
geliştiremeyen, sığ zeminlerde yapılan polemiklerin "analiz"
statüsü kazandığı, "hamaset"in ise "söylem" haline geldiği bir
toplumun şekillenmesine neden olmaktadır.
Yapılması gereken, siyasetin "kitleye yukarıdan bakan, onun
değerlerini aşağılayan toplumun taleplerini göz ardı eden toplumsal
tabakalar tarafından" şekillendirilmesinin engellenmesi, buna
karşılık, siyasetin de dâhil olduğu alanlarda entelektüel yaklaşım
ve "seçkinler" kalitesinin yükseltilmesidir.
Bürokrasi ve entelektüeller
Resmî ideolojisinin on dokuzuncu asır sonu yaklaşımlarından mülhem
"halk için ama halka rağmen" yaklaşımını ön plana çıkarttığı
Türkiye'de Tek Parti iktidarı sonrasında yaygın bir "seçkincilik
temelli siyaset" eleştirisinin gündeme getirilmesi şaşırtıcı
değildir.
Dönemin bilimciliği (scientism), Sosyal Darwinizmi, Narodnik
eğilimleri ve Gustave Le Bon benzeri düşünürleri tarafından dile
getirilen sosyolojik tahlillerinden etkilenen ve bunları monarşi
karşıtlığı ile harmanlayan Erken Cumhuriyet elitizmi, "kitle"nin
farkına varamayacağı çıkarlarının, ona önderlik edecek "siyasal
seçkinler kadrosu" tarafından savunulacağını varsayıyordu. Bu
yaklaşım siyasete aktarıldığında ise "dönüştürücü, ilerlemeci ve
çoğulculuğu tehdit olarak gören" bir otoriterlik
şekilleniyordu.
Ancak buradan hareketle Türkiye'deki Tek Parti rejiminin J. S.
Mill'in kavramsallaştırdığı türde bir "entelektüel aristokrasi"yi
hedeflediğini, "entelektüeller"e kapsamlı kredi açtığını düşünmek
yanıltıcıdır. Erken Cumhuriyet "entelektüalizm"i yüceltmek, özgür
entelektüel tartışmaya izin vermek bir yana "entelektüeller"i
"devrime yönelik tehdit" olarak görmüştür.
Rejim, Darülfünûn "Reformu" ve değişik tasfiyelerin de ortaya
koyduğu gibi, "siyaseten doğru yerde durmadığını" düşündüğü,
örneğin Türk Tarih Tezi anlamsızlığındaki kuramları eleştiren
entelektüellere, günümüz "sol Kemalistler"inin kullandığı "entel"
ifadesinin çağrıştırdığı biçimde yaklaşmış, aşağıladığı bu
bireyleri marjinalleştirmiştir. Bunun neticesinde entelektüel
söylem, 1912 ve 1932 yılları dergilerine hızla göz atarak dahi
görülmesi mümkün, irtifa kaybına uğramıştır.
Erken Cumhuriyet seçkinciliği entelektüalizm karşıtı "bürokratik
elit egemenliği"ni meşrulaştırırken, diğer otokratik düzenlerde
olduğu gibi "rejim destekleyiciliği"ni "elit"e dahil olma, resmen
"aydın" sınıflamasına sokulmanın gerek şartı haline getirmiştir.
Siyasetin "devletçi modernleşme" kutbunun tevârüs ettiği bu
yaklaşım, günümüzde, "entelektüellik" ile alâkası olmayan bir
"devrim muhafızları" grubunu "toplumu yönlendirmesi uygun aydınlar"
sıfatıyla ön plana çıkarırken, bürokratik vesayet mensuplarını ise
"seçkin" statüsüne yükseltmektedir.