Toplumsal gelişmeyi “altın çağ”dan sapma, siyasetin temel sorunlarını da “kötülüklerin anası” yapı ve kişilikler aracılığıyla açıklama yapısal sorunlarımızı kavramamızı zorlaştırır
Türkiye'deki siyasal hareketlerin hepsinin bir "altın çağ"ı
vardır. Onlar günümüzü doğuran gelişmeleri bir "mükemmel" düzenden
sapma ve "bozulma" paradigması çerçevesinde açıklarlar.
Örneğin, Kemalizm için 1920 ve 30'ların Tek Parti rejimi,
muhafazakâr hareketlerin pek çoğu açısından da "Devr-i Hamidî"
böylesi zaman dilimleridir. Kemalistlere göre, devrimlerin
tamamlanmaması ve halkın gerekli bilince sahip olmamasına karşılık
çok partili yaşama geçilmesi bir "karşı devrim" sürecini başlatmış,
kusursuz bir toplumsal modernleşme "bozulmuş," onun "ışıklı
geleceği" yerine "Ortaçağ karanlığı"na yönelinmiştir.
Muhafazakâr hareketlerin önemli bir bölümü ise II. Abdülhamid
rejimi altında imparatorluğun muhafazası, kapsamlı altyapı
projelerinin hayata geçirilmesi ve gelenek ile modernliğin anlamlı
sentezinin yaratılması benzeri alanlarda yaşanan "altın çağ"
sonrasında, İttihad ve Terakki ile başlayan, Erken Cumhuriyet ile
devam eden bir "çözülme" ve "bozulma"nın yaşandığını ileri
sürmektedir.
"Altın çağ" yaklaşımının doğal neticesi "mükemmeli bozan," "tüm
kötülüklerin anası" yapı ve kişiliklerin yaratılmasıdır. Bu da
toplumsal dönüşümün "bozulma" ve "doğru yoldan sapma" paradigmaları
çerçevesinde değerlendirilmesine ek olarak, siyasetin temel
sorunlarının "günah keçisi" haline getirilen yapı ve kişilikler
üzerinden açıklanmasına yol açmaktadır.