Türkiye ile ABD'nin yeni Ortadoğu tasavvurları arasındaki
makasın fazlasıyla açılması aralarındaki ilişkinin sorgulanmasına
neden olmaktadır.
Tarafeynin yekdiğeri hakkında ağır suçlamalarda bulunduğu,
yaptırımlar uyguladığı ve "dostumun düşmanının benim düşmanım
olması zorunlu değildir" düstûrunu benimsediği bir ilişkide
"müttefiklik" bir yana, pek çok bağlamda "stratejik ortaklık"tan
bahsedilmesinin dahi anlamlı olmadığı savunulabilir.
Dolayısıyla söz konusu sorgulamayı yapanların küresel eğilimle de
uyumlu, "realpolitik" temelli bir değerlendirme yaptığı iddia
edilebilir.
Realpolitik ve stratejik planlama Buna karşılık, değişik ABD
mehâfilinde son dönemde sıklıkla tekrarlanan, "iki ülkenin hiçbir
zaman ortak değerleri paylaşmadığı," "parlak ittifak söyleminin
cilâsı kazındığında altından başlangıcından beri sorunlu bir
ilişki"nin çıktığı, Türkiye'nin geleneksel siyasetinin "stratejik
önemini kötüye kullanarak şantaj yapmak olduğu," "müşterek tehdidin
ortadan kalktığı yeni gerçeklikte ortaklığın da anlamsızlaştığı"
değerlendirmelerinin "realpolitik" yaklaşımı yansıttığını düşünmek
hatalıdır.
Benzer şekilde, Donald Trump'ın aynı çevreler tarafından
"anlamsızlaşan ittifak" konusunda "kral çıplak" diyerek
"realpolitik temelli dış siyasete dönüşü temsil eden lider" olarak
resmedilmesi de yanıltıcı olabilir.
Zikrettiğimiz gibi, Soğuk Savaş'ın sonlandığı, NATO'nun görev
tanımının farklılaştığı, Türkiye ve ABD'nin karşıt bölgesel ve
yerel aktörleri desteklediği, Washington'ın Ankara'dan uzun süredir
"Son zamanlarda benim için ne yaptın?" sorusuna tatminkâr cevap
alamadığı vurgulanarak "ittifak"ın çoktan ölmüş olduğunu savunmak
ilk bakışta "gerçekçi" gözükebilir. Bu yapılırken, "Johnson
Mektubu"ndan "Tezkere Krizi"ne, haşhaş ekiminden güncel Suriye
siyasetine ulaşan örneklerin altı çizilerek ilişkinin "tarihsel
olarak" yapısal sorunlar taşıdığı da ileri sürülebilir.
Kâğıt üzerinde "realpolitik par excellence" olduğu izlenimini veren
söz konusu yaklaşımların temel sorunu, "gerçekçi dış siyaset"in
dayandığı "veriler"i "güncel gelişmeler," "çıkarlar"ı "yaşanan an"
üzerinden değerlendirmesi, geçmişi ise içinden cımbızla çekilen
örnekler üzerinden araçsallaştırmasıdır.
Yeni Ortadoğu'nun kısa sürede şekilleneceği, Selefî radikalizmin
gelecekte de öncelikli tehdit oluşturacağı, bölgeye İsrail'in
güvenliği temelinde yaklaşımın sonsuza kadar süreceği, Arap
Baharı'nın dirilmesi, yeni bir demokrasi dalgasının mümkün
olmadığı, BAE, Mısır ve Suudi Arabistan'daki rejimlerin
korunabileceği, Rusya ile ilişkilerin değişmeyeceği benzeri
varsayımlar üzerinden Türkiye ile ortaklığın yarar içermediğini
belirtmek "realpolitik" bir yaklaşım olarak yorumlanabilir.
Ancak dış siyaset yapımında aktör, çıkar ve koşullar sürekli olarak
değişmektedir.
Bu nedenle de "gerçekçi dış siyaset" orta ve uzun vâdeye yönelik
"stratejik planlama" yapmak zorundadır.
Böylesi "realpolitik" değerlendirmeler ise "uzun vâdeli çıkarlar"
göz önüne alındığında yeni Ortadoğu şekillenirken Türkiye'nin tüm
kırmızı çizgilerini ihlâl etmenin, onu değişik kamplara itmenin,
farklı savunma seçeneklerine yöneltmenin ciddî riskleri beraberinde
getireceği, bunun yerine "tasavvurlar arasındaki makas"ın
daraltılmasına çalışma ve sorunlara "kriz yönetimi" çerçevesinde
yaklaşımın daha anlamlı olduğunu ortaya koyabilecektir.
Tarihî bir örnek vermek gerekirse, 1833'te donanmayı İstanbul'a
göndermeyerek II.
Mahmud'u Rusya'dan yardım istemek zorunda bırakan Whitehall daha
sonra tüm enerjisini, bu "realpolitik görünümlü," ama Palmerston'un
ifadesiyle "tarih boyunca bir İngiliz hükûmeti tarafından alınan en
hatalı karar"ın tahribatını önlemeye hasretmek mecburiyetinde
kalmıştır.
Trump ve "realpolitik" Michèle Flournoy ve Shawn Brimley 2006'da
yaptıkları bir değerlendirmede küresel alanda karşı koyulması zor
bir gücü elinde bulunduran ABD'nin "stratejik planlama" alanında
şaşırtıcı bir zafiyete sahip olduğunu vurgulamışlardı. Pek çok üst
düzey dışişleri yetkilisinin de altını çizdiği gibi, "Uzun telgraf"
ve "Bay X makalesi" ile uzak görüşlülüğünü kanıtlayan George F.
Kennan idaresinde önemli başarılara imza atan stratejik planlama,
Soğuk Savaş sonrasında ikinci plana atılmış ve yerini pragmatik,
plansız, "olaya özgü" ve "uzun vâdeyi dışlayan" siyaset yapımına
terk etmiştir.
Böylesi dış siyaset yapımında, Sir Henry Elliot'ın ifadesini ödünç
alacak olursak, "Türk olan her şeyden nefret edenler"in etkili
medya ve "think tank"lerde yükselttikleri "Türkiye ile
anlamsızlaşan stratejik ilişkiyi sonlandırma" talepleri
"realpolitik gereklilik" ceketine büründürülebilmektedir.
Benzer şekilde ABD-Türkiye ilişkisine BAE, Mısır, Suudi Arabistan
benzeri ülkeler söz konusu olduğunda unutulan "insan hakları ve
demokrasi kalitesi" ve "değer paylaşımı" zemininde yaklaşım da
"realpolitik" bir yorum olarak sunulabilmektedir.
Aynı bakış açısı, Trump dış siyasetinin "realpolitik"e dönüş
sürecinin son halkası olarak takdimini de anlamlı gösterebilir.
Böylesi bir değerlendirme ile George W. Bush'un "eşi görülmemiş ve
dengi bulunmayan güç" yaklaşımından Obama'nın "ne kadar güçlü
olursa olsun hiçbir devletin tek başına küresel meydan okumalara
karşı koyamayacağı" doktrinine geçiş sonrasında Trump'ın
"realpolitik" siyaseti daha da ileri bir aşamaya taşıdığı
savunulabilir.
Rosa Brook'un altını çizdiği gibi "Yeni Muhafazakârlar, liberaller"
ve "dostluk ve işbirliği adına Amerikan çıkarlarını fedâ etmekten
çekinmeyen" dışişleri yetkililerinden farklı olarak "ittifakları
kutsamayan" ve müttefiklere "emlâk alım satımındaki muhtemel iş
ortağı" gibi yaklaşan Trump'ın sosyal medya mesajlarını da
"realpolitik" ürünü değerlendirmeler olarak okumak mümkündür.
Ancak bunların Trump'ı, Türkiye'nin "gerçek yüzü"nü anlayan "ilk
ABD başkanı" haline getirdiğini düşünmek anlamlı değildir.
Güne odaklı analizler Trump'ın yaklaşımını böyle gösterebilir; ama
"uzun vâde" ve "stratejik planlama"yı göz ardı eden
değerlendirmeler, son tahlilde, "realpolitik" karakter
taşımazlar.
Dolayısıyla, AB ve ABD'nin kendilerini "Türkiye'nin onların
kamplarında bulunmadığı bir gerçeklik"e alıştırmalarını tavsiye
edenlerin savunduğunun tersine Washington'ın Türkiye ile mevcut
sorunlarında "kriz yönetimi"ni tercihi uzun vâdedeki seçeneklerini
zenginleştireceği ve Ankara'yı bütünüyle kaybetmemesini
sağlayacağından "realpolitik" ile daha uyumlu olacaktır. Bu
şüphesiz, Ankara'nın da kısa vâde ve mevcut çıkarlarla sınırlı
olmayan, stratejik planlamaya dayalı "realpolitik" siyasetler
üretmesine bağlıdır.