'Şu gerçeği kabul edelim, Türkiye'ye kasteden güçler ve onların
maşası örgütün gücünü sadece Ohal ve Khk'larla kırabiliriz diye
düşünmek yanıltıcıdır”, diyordu Haşmet Babaoğlu geçtiğimiz günlerde
bir yazısında: “Nihayetinde bütün varlığı aldatma üzerine kurulu
bir yapıdan söz ediyoruz. Alameti farikalarından biri sinsi sinsi
15 Temmuz'u unutturma çabasıysa, diğeri de kılıktan kılığa girme
becerisidir.”
Bunu okurken bizzat içinden geçtiğimiz o uzun zamanlara dayanan
süreçte türlü kılığa bürünmüş ama hepsi de birbirine benzeyen
riyakârlar geçti gözümün önünden: Dostlarını, komşularını,
devletini, üzerine kurşun sıktığı ve tepesine bomba attığı
vatandaşlarını kandırdığını inkar eden ve nefsi emmare'sinin
sınırlı terimleriyle dini tebliğ ettiğini sanan dil
Müslümanları.
Bir insanı, kendi çıkarın için kandırmak kul hakkına girmek değilse
nedir! Tüm insanlığa kast etmiş olmaz mısın! Devletini, halkını,
tüm ortak hayatını baştan sona hileli yöntemlerle küresel bir
menfaat şebekesi olarak sömürmek de 'tammodel' bir zulümdür
kuşkusuz.
İşini gücünü, davranışlarını, fikirlerini sahte bir algı üzerine
bina edenler ister bu dini kılıklı cemaat ister şu özgürlük
savaşçısı görünümlü teröristler olsun. Türkiye'nin nefsinde en
aşağı mertebeyi temsil ediyorlar. Hepsi için de Türkiye'nin nefsi
emmaresi diyebiliriz.
Bu nasıl bir 'kendine ihanet hattı' ise yaptığı zulmü süslü
gösterdi durmadan. Hakkın evrenselliğini de, haklı olmanın
hudutlarını da unutturdu. Bütün varlığını aldatmak üzerine kuranlar
varlığı kandırabilir mi peki? Nefsi emmare'yi darb-ı tevhid ile
terbiye etmeye çalışanlar için bir süre sonra her şey elçi
olurken... Evet her şey aşıklara müjdeci olurken... Kimi
kandırabiliriz ki zaten?
***