Sanki bu bölgede senin kanını kimse akıtmamış. Tren garlarında,
parklarda, sokak ortalarında kimse senin vücudunu patlatmamış,
organlarını sağa sola fırlatmamış.
Oynadığın bahçe mayınlarla havaya uçmamış, okuduğun okul molotof
kokteylleriyle ateşe verilmemiş, sanki seni infaz etmeye
çalışanlara karşı sıcak çatışmalarda silah kullanmak zorunda
kalmamışsın hiç.
Sanki Suriye'deki savaştan kaçanlar senin adalarına varamadan
denizde boğulup tatil yaptığın sahillere ceset olup vurmamış
yıllardır. Sanki memleketinin meclisi bombalanmamış, özel harp
kuvvetlerinden iletişimine, külliyesinden belediyelere binaların
delik deşik edilmemiş, vatandaşın vergisiyle alınan tanklar halkın
üzerine yürüyüp kurşunlar masum insanları öldürmemiş gibi.
Sanki bu ülkenin en yüksek oyuyla halk tarafından seçilmiş
cumhurbaşkanı ailesi ve torunlarıyla birlikte tatil yaptığı yerde
bombardımana tutularak öldürülmeye çalışılmamış gibi!
Sanki bunlar durduk yere bir günlük bir sahnelenmeymiş, bitince
geçmiş gitmiş gibi. Ne öncesi, ne sonrası, ne etrafı, ne için dışı
bağlantısı, hiçbir şeyi yokmuş, münferit bir olaymış gibi.
Hatta giderek muğlak bir görüntüden ibaret kaldığı için olsa gerek
yaptığın birbirinden demokratça analizler işgal girişiminin bu en
can alıcı tezahürüne hiç değinmiyor bile.
Nasıl bir ülkeye uyanacaktın o sabah? Sanki sonradan alınan
önlemler mutlaka insan haklarının tamamını çiğnemiş gibi, illa
boşunaymış gibi, herkese haksızlık yapılıyor ve herkes mağdur
ediliyormuş gibi. Suçlu ortada hiç yokmuş gibi. Ve sanki ceza
çekmesi gerekenler hiçbir zaman entelektüel, demokrat, gazeteci,
aydın olamazmış gibi.