Akşemseddin'leri ve Molla Gurânî'leri olmayan Fatih'lerin kör ve
topal kalacağından; yüklerinin çok ağır, işlerininse çok zor
olacağından dem vuruyordu Yusuf Kaplan önceki gün yazısının
sonunda. Daha önce cemaatler vesilesiyle farklı veçheleriyle
yazdığım gibi; evet, mürid mürşid ilişkisini reddeden bir anlayışla
ne bugün ne de bir başka devirde Akşemseddin'lerine kavuşamaz
Fatih'ler.
Bugün siyasileşmiş dini cemaatlerin insanlığın tekamülüne değil
daha ziyade kendi nefislerine / menfaatlerine hizmet edişi tüm
zamanların sorunudur. Nefs-i emmare medeniyeti bizi egolarımıza
hapsettiği ölçüde kadavra medeniyetinde yaşamaya mahkum
kalıyoruz.
Bize gereken ruh medeniyeti. Bunun da hammaddesi aşk ve irfan. Aşık
nihayet maşukunu yuttuğunda, gönül daha da genişlemiş olur. Gönül
aşk ile genişliyor. Bu sebeple fetih hiç tamamlanmaz. Fetih ruhu,
Fatih gibi niyet edip Akşemseddin'e gönül vermekle diriliyor.
***
Tanrı'yı arayan şair denilen Rilke'nin Duino şatosuna çekilip aşk
şiiri yazması Yunus Emre'nin kırk yıl dağ başındaki dergaha
mürşidinin talimatıyla odun taşıması birbirinden çok farklıdır.
Birinin Hızır'ı vardır, rabıtalıdır. Diğeri kendi nefsiyle baş
başadır. Kendi nefsiyle baş başa olan, Hakkın celalinden /
cemalinden razı olmayı deneyimleyemez. Çünkü 'öteki' algısını ben
algısında eritemez. Buna sık sık vatan, kan gibi kavramlar
üzerinden değiniyorum.