1990'ların başında 'Soğuk Savaş' bittiğinde, dünyanın geleceğine
yönelik umutlar güçlenmişti. 27 yılda gelinen nokta, tüm umutları
silip süpürdü. Çünkü Soğuk Savaş döneminin kurumları olarak,
Birleşmiş Milletler, IMF, Dünya Bankası, OECD gibi kuruluşlar,
küresel yoksulluk, işsizlik, coğrafyalar arası dengesizliklere
yönelik köklü çözümler üretemediler. Daha da ötesi, uluslararası
terör ve suç örgütlerinin daha da güç kazandığı bu dönemde, NATO ve
BM Güvenlik Konseyi artan asimetrik tehditlere karşı pasif
kaldılar.
Türkiye ise, 1990'lı yılların bütününde, Soğuk Savaş kurumlarının
kıskacından kurtulamadı. AK Parti'nin gerçekleştirdiği reformlar ve
büyüme başarısı ile birlikte, 2008'de IMF ile yolları ayırmak, daha
da ötesi, IMF'ye borç para veren ülke konumuna gelmek, ekonomi-
siyasetgüvenlik üçgenindeki ilk kırılmaydı.
Türkiye siyaset ve güvenlik alanında da, 'sistem krizi'ni aşmış
siyasete, 'milli ve yerli' bir güvenlik konseptine yönelik tarihi
adımlar atarken; Danıştay saldırısından, 15 Temmuz menfur darbe
girişimine, 'IMF' ile anlaş', 'NATO ekseninden uzaklaşma'
noktasında, Soğuk Savaş kurgusundan çıkamamamız için, her türlü
kumpas ve hainliğe maruz kaldık. Borsa İstanbul yönetiminin
girişimi ile geçtiğimiz cuma günü araştırmacı-yazar Said Alpsoy'un
"Günümüz Gerçekleri ve İslami Açıdan FETÖ" sunumu, kritik tespitler
içeriyordu. 15 Temmuz menfur darbe girişimine karşı halkımızın
gösterdiği tarihi, destansı duruş, Soğuk Savaş kurumlarının Türkiye
üzerindeki 'vesayet' kıskacının bütünüyle bertaraf olması anlamına
geliyor. 'Millet İradesi'nin hâkim olduğu bir siyasi ve ekonomik
yapı ile, 2030'a kadar giderek derinleşecek yeni bir 'Soğuk Savaş'
süreci için, yoğun bir hazırlık dönemi geçirmemiz gerekiyor.
Bürokraside köklü bir 'zihniyet' değişikliği gerçekleştirerek,
konsolide olmuş bir kamu yönetimi anlayışı ile, ABD, Rusya, Çin
gibi farklı çekim merkezlerinin olacağı 'Soğuk Savaş 2.0' için
Türkiye'yi güçlü bir 'pivot' ülke konumuna getirmemiz
gerekmekte.