Kudüs'ün yüzyıllara dayanan manevi anlamını asla göz ardı
etmeden; zihin ve gönül coğrafyamızın merkezi olduğunun bilinciyle,
1947'den bu yana Filistin topraklarında yaşanan gelişmelerin perde
arkasındaki ekonomik çıkar savaşını irdeleyelim.
Öncelikle, çarşamba günkü yazımızda ifade ettiğimiz bir coğrafi
tanımı hatırlatarak, 'Kudüs' başlığı altında, yüzyıllara dayalı
savaşın, mücadelenin 'Afro-Asya' hinterlandı olduğunu unutmamamız
gerekiyor. 5.2 milyon kilometre karelik bir alana hâkimiyetiyle,
Osmanlı İmparatorluğu dünyanın üretim merkezi ve ticaret koridoru
olan 'Afro-Asya' hinterlandına hâkimiyetini iki yüzyıl daha
sürdürebilseydi, bugün konuştuğumuz Türkiye çoktan 3 trilyon doları
devirmiş bir ekonomi olacaktı. Sömürgecilik hareketi ve sanayi
devrimleriyle, 200 yıl Asya ve Afrika'nın elinden alınmış olan
'küresel üretim ve ticaret merkezi' olma unvanı şimdi geri geliyor
ve 'Afro-Asya' hinterlandındaki bu önlenemez yükseliş, Türkiye
Ekonomisi'ni de hak ettiği 3 trilyon dolar seviyesine
taşıyacak.
'Üzerinde güneş batmayan' Britanya İmparatorluğu, 20. Yüzyıl'ın
başlarından itibaren içine düştüğü ekonomik sorunlarla baş
edememesinin bedelini, 14 Ağustos 1941'de imzaladığı 'Atlantik
Bildirisi'yle (Şartı), kapitalist sistemin liderliğini ABD'ye
devrederek ödedi. ABD de, kapitalizmin yeni lideri olarak, ekonomik
ayağı IMF, Dünya Bankası, OECD ve GATT anlaşması, siyasi ve askeri
ayağı ise BM ve NATO'ya dayalı, kendi kontrolünde yeni bir küresel
ekonomi-politik düzen kurdu. 'Afro-Asya Hinterlandı'ndaki yeni
fırsatların 'patronu' artık ABD idi ve bu ticaret koridorunun tam
üzerindeki Anadolu'nun, Ortadoğu'nun ve Arap Yarımadası'nın
kontrolü ABD'de olmalıydı. Britanya'nın 1948'de çekilme kararı ve
İsrail devletinin ilanıyla süreç başlamış oldu. Bugün, Başkan
Trump'ın açıklamasına tepkiliyiz de, Soğuk Savaş bittikten 4 yıl
sonra, o zamanki ABD Başkanı Clinton'ın ABD Kongresi'nden geçirdiği
yasadır, Kudüs'ün başkent ilanı. Bu adım, doğrudan 'Doğu Akdeniz
Güvenlik ve Enerji Mimarisi' hamlesidir.
Bunun da ötesinde, ABD'nin liderliğindeki G7'den bağımsız olarak,
Çin, Hindistan, Rusya, Türkiye, Endonezya, Brezilya ve Meksika'nın,
yani E7 grubunun önderlik edeceği 'Afro-Asya' açılımını engellemeye
yönelik bir operasyondur. Bugün 22 trilyon doları temsil eden ve
2050'de 193 trilyon dolara ulaşacak Afro-Asya hinterlandının
sunacağı ekonomik fırsatları, Türkiye'nin içinde yer aldığı E7
Grubu'na bırakmama operasyonudur 'Kudüs' meselesi. Türkiye olarak,
sadece tarihten gelen manevi ve ulvi haklar için değil, 5 milyar
insanın 'kapsayıcı' kalkınması için de mücadele verdiğimizi
unutmayalım.