2000'li yılların başlarında, Avrupa ve ABD'de 10 yıl gibi kısa
bir sürede kontrolden çıkmış bir 'islamofobi' tırmanışına ve 'yeni
sağ' olarak ifade edilen ama temelde aşırı sağ olarak ifade
edilebilecek radikal siyasi yapılanmaların oylarını ciddi manada
yükseltmelerine dünyanın şahit olacağı söylenseydi, kuşkusuz çok az
inanan çıkardı. Ne yazık ki, bu iki temel politik ve toplumsal
kırılma, dünya siyasetini ve ekonomisini derinden etkileyecek
travmaları da hızlandırmış durumda.
Bununla birlikte, bu travmaların tam ortasında, birinci ve ikinci
kuşak komşu ülkeler arasında, yeni işbirliği fırsatlarının
değerlendirebileceği bir sürece girdiğimizi de ifade etmek gerekir.
Türkiye'nin kendi coğrafyasında üstlendiği 'kapsayıcı' rol,
kuzeyimizde, güneyimizde, batımızda ve doğumuzda yer alan birinci
ve ikinci kuşak ülkelerle, ekonomi ve ticaret diplomasisi alanında
geliştirebileceğimiz yeni işbirliği fırsatlarını da öne
çıkarıyor.
Son 4-5 yıla yoğunlaşan gelişmeler, bilhassa Körfez ülkelerinin
Avrupa ülkeleri ve ABD ile ilişkilerini gözden geçirmelerini
gündeme getirdi. ABD ve Avrupa coğrafyasına yapılmış yatırımlar, bu
coğrafyalarda gerçekleştirilmiş servet edinimleri, Körfez
ülkelerinin işadamları açısından bugün ciddi risklerle, ciddi
problemlerle karşı karşıya.