Düşük yoğunluklu bir 3. Dünya Savaşı'nın ortasında, 1970'lerden
bu yana dünyanın önde gelen ülkelerinde ekonomipolitik gücünü
artırmış olan 'küreselciler' ile, 'küreselciler'in istedikleri
dünyanın kendi ülkeleri için olumlu sonuçları olmayacağından endişe
duyan 'ulus-devletçiler' arasındaki mücadelenin giderek sertleştiği
bir ortamda, Türkiye için 'ekonomik bağımsızlık' mücadelesi
veriyoruz. Bu mücadele, Türk iş dünyasının uluslararası düzeyde
başarılı projeler yürüten holdinglerinden, şirketlerinden, en küçük
yerleşim birimindeki esnafımıza kadar, bankalarımızdan aracı
kurumlarımıza kadar, topyekûn bir 'bilinçle' yürütülemez ise,
işimizin hayli zor olduğunun farkındayız. Bu nedenle, reel sektörün
de ötesinde, finansal piyasalarımızı oluşturan kuruluşların da,
banka ve banka dışı tüm finans kurumlarımızın elini taşın altına
sokması gerekmekte. Türk bankaları, bu bankalarda yüksek tutarlı
mevduatı olan 50 bin civarındaki mudi ve ekonomi yönetiminin
birlikte yürütecekleri bir süreç ile mevduat faiz oranlarını 1-1.5
puan indirmemiz gerekmekte.
Yüksek tutarlı mevduat sahiplerinin bankaları, paralarını
çekebilecekleri 'gözdağı' ile yüksek mevduat faiz oranına bir
anlamda zorladıkları bir konjonktürden, Rekabet Kurulu'na
adreslenmeyecek bir metodoloji ile, çıkmamız gerekmekte. Ancak; tüm
bu tartışmalar, dönüp dolaşıp, banka dışı finansman imkânlarının
zayıf olmasına takılmakta. Türk halkının 2 trilyon 200 milyar TL
civarında tasarrufu var. Bu tasarrufun 873 milyar TL'si TL mevduatı
ve katılım hesabında, 607 milyar TL'si döviz mevduatı ve katılım
hesabında, 437 milyar TL'si devlet iç borçlanma senetlerinde
(Hazine bonosu, devlet tahvili), 108 milyar TL'si hisse
senetlerinde, 52 milyar TL'si özel sektör tahvillerinde, 11 milyar
TL'si eurobond'larda (yurtdışında ihraç edilmiş Türk tahvilleri),
50 milyar TL'si menkul kıymet yatırım fonlarında, 70 milyar TL'si
de bireysel emeklilik fonlarında duruyor. Tasarrufların yüzde 67'si
mevduat. Mevduat ile ilgili tartışmanın bu kadar alevli olmasının
nedeni de bu.