Dil hemen her konuda sınırsız anlatım olanakları
sunar.
“Ölüm” kavramı ya da olgusunu anlatırken de öyle...
“Öldü” demek yetmemiş. Bunun daha ağdalısı “vefat etti” demek de az
gelmiş.
Saymakla bitmez ölümü anlatan dilimizdeki sözler.
İmge yaratmak yalnız şairlerin hakkı değil. En sıradan insan da
duygularını anlatırken imgelere başvurur, dilin olanaklarını
zorlar, yeni bir anlatım biçimi arar.
Kimseye, “Canım öldü de geç!” diyemeyiz. Kimi “irtihal-i dâr-ı beka
eyledi” diyerek Acem dilinin olanaklarını kullanmış, yani
“sonsuzluk yurduna göç eyledi” demek istemiş. Aynı anlayışla, aynı
beğeniyle “irtihal-i dâr-ı naim eyledi” diyenler de olmuş. Uyku
yurduna göç eyledi. “Öldü” ya da “vefat etti” demek varken,
ölenle bir derdi olanlar “cartayı çekti”, “nalları dikti” demek
yoluna da gitmiş.
Halk şiirinde de tahtadan ata binmek, tabuta girmek, yani
ölmektir.
Dil yanlışları üzerine yazan yazarlara okurlarından iletiler gelir.
Bazı okurlar yanlış gösteren yazarla adeta yarışırlar, şu da
yanlış, bu da yanlış diye üzerinde hiç düşünmediğiniz sözlerde
yanlışlar bulup örnekler verirler. Okur iletileri bana da gelir
zaman zaman, ama benim okurlarım keskin, katı değildirler, belki de
“dil zaptiyeliğine” karşı olduğumu bildiklerinden, dilin karmaşık
yapısına, dil-kural ilişkisine çokça değindiğimdendir bu
durum.
Bir okur, bir köşe yazarına şöyle yazıyor:
“Yaşamını yitirdi, hayatını kaybetti diyorlar. Bu doğru mu? Bir
insanın bir şeyi yitirmesi için kendisinin kalması, yaşıyor olması
gerekmez mi?”
Yazar arkadaşımız bu mantık karşısında ne diy...