Geçen yazıma yıllar önce Sayın Faruk Bildirici ile aramda geçen
bir sohbete değinerek başlamıştım. Bildirici’den sert bir yanıt
geldi. Onun yanıtından önce kendisiyle ilgili yazdıklarımı buraya
bir daha almak istiyorum:
Vaktiyle Faruk Bildirici Hürriyet’teyken röportajlar yapardı. Pazıl
biçiminde bir kurgusu vardı o yazıların, hoşuma gitmişti. Bir gün
bana randevu verdi, kitaplarımı alıp gazetedeki bürosuna gittim.
Önce bazı sorularla yokladı beni, bir röportaj yaparsak neler
konuşacağımızı anlamak istedi. Kendisine imzaladığım Toprak
Kovgunları, Çürük Kapı, Veresiye Defteri benim Ankara
gecekondularını konu aldığım romanlarımdı. Akdere gecekondularında
yirmi yılımın geçtiğini, oraları iyi bildiğimi anlattım.
Gecekondulardaki değişim, dönüşüm üzerine konuşacaktık. O basit
yapılar apartmanlara dönüştükten sonra neler olduğundan, nelerin
değiştiğinden söz ettim. Bu gözlemlerimden biri de apartman
kapılarına o yıllarda bedava bırakılan bir gazeteyle ilgiliydi.
Hatırladınız değil mi o gazeteyi? Dönüşümden önce, yani evler
gecekonduyken buralara bedava gazete girmezdi. Kendimce ilginç
bulduğum bu gözlemimi de Faruk Bildirici’yle paylaşınca yüzü birden
değişiverdi:
“Kemal Bey ne var bunda, bedava gazete veriyorlar ne güzel!”
dedi.
“Siz niye Hürriyet’i bedava dağıtmıyorsunuz?” dedim. Elimdeki
kalemi gösterdim: “Ya da biri şu kalemi bize niye bedava vermiyor?
Bunun bir maliyeti yok mu, nasıl dönüyor bu çark, değirmenin suyu
nereden geliyor? Hangi amaçla o gazeteler bedava dağıtılıyor?” diye
sordum. Faruk Bey sustu, yanıt vermedi.
Bizim röportaj da olmadı tabii.
Şimdi Sayın Faruk Bildirici’nin bu satırlara yanıtı: “Sayın Ateş,
benimle ilgili yazdıklarınız külliyen yalan. İçinizde nasıl bir kin
biriktirdiyseniz bana iftira atmışsınız. Aramızda öyle bir konuşma
geçmedi. Yıllar önce siz benimle görüşmek istediniz, ben sizi
tanımıyordum. Kendinizle ilgili anlattıklarınız ve kişisel
öykü...