1950’li yılların başlarında kimi kısa süre, kimi daha uzun bir
süre ulusal takım mayosunu giyen, köy enstitülerinden yetişmiş en
az beş altı güreşçi vardı.
Güreşi köy enstitülerinde öğrenmişlerdi.
Adlarını da vereyim size: Ahmet Bilek, Raif Akbulut, Ahmet Kozak,
Hidayet Atakan, Cahit Temiz... Dahası da var, dahası da olacaktı
köy enstitüleri kapatılmasaydı.
Oradan yetişmelerinin rastlantı olmadığını Hasan Ali Yücel’in 1946
yılında Meclis’te yaptığı bir konuşmadan anlıyoruz.
Köy enstitülerinden yetişmiş ilk olimpik sporcu Raif Akbulut’tu,
1952 Helsinki Olimpiyatlarında 67 kiloda grekoromen takımında mayo
giymişti. İyi bir serbestçiydi, bazı hataların ve talihsizliklerin
kurbanı oldu; çengelleriyle tanınan Raif’i grekoromende
güreştirdiler, sakatlandı, bir daha toparlanamadı, daha sonra
bizler onu güreş hakemi, öğretmen ve yönetici olarak tanıdık. Onun
öyküsünü ayrıca yazacağım.
Bu gün Ahmet Bilek’ten bir kez daha söz etmek istiyorum.
Dostum Osman Cemoğlu aradı Eskişehir’den, Tepebaşı Belediye Başkanı
Sayın Ahmet Ataç’ın bir tesise vermeyi düşündüğü iki addan biriymiş
Ahmet Bilek adı.
Bence Ahmet Bilek adı verilmeli o tesise, hatta daha büyük
stadyumlara verilmeli.
Neşter ve Madalya’da anlattığım Yaşar Doğu’ların, Celal Atik’lerin
yer aldığı on üç efsane şampiyondan biridir Ahmet Bilek, bu
kitabımda yaklaşık 70-80 sayfayı ona ayırdım.
Görüştüğüm ya da yazıştığım okurlarım Ahmet Bilek’in hayatından çok
etkilendiklerini söylediler, okurların ve eğitimcilerin o kadar çok
ilgisini çekti ki, onu ayrı bir romanda anlatmaya karar verdim,
epeydir süren bu çalışmam bitmek üzere.
...