ELLERİNDEN gelse, güçleri yetse, bir punduna getirebilseler davayı karartacaklar...
301 maden işçisinin katledildiği Soma faciasında.
Geçen hafta başlayan yargılamada sanık avukatlarının "Biz bu
duruşmaları kapalı yapalım... Olmadı başka bir yere taşıyalım..."
şeklinde dile getirdikleri talepleri yansıdı haberlere.
Neden kapalı olsun istiyorlar?
Ölen işçilerin yakınlarından korkuyorlarmış; acılarından,
isyanlarından, çaresizliklerinden ve tutamadıkları
hıçkırıklarından...
Evet, hıçkırıklardan ve gözyaşlarından korkuyormuş muhteremler ve
muhterem avukatları.
Bu noktada ben dilimi ısırıp biraz susayım, siz ne diyeceğinizi
kendiniz hesaplayın...
*
Yaşanan katliama giden yolun taşlarının nasıl döşendiğini
hepimiz hatırlıyoruz değil mi?
İşçilerin maden ocağına 1993 yılında Çin'de üretilmiş, benzerleri
ancak müzelerde görülebilecek, kerameti kendinden menkul "antika"
gaz maskeleriyle yollandıklarını...
Müdürün eniştesi tarafından denetlenen ve "Noksan husus tespit
edilmemiştir..." raporları düzülen o madenin yaşayan bir mezarlık
olarak çalıştırıldığını...
Bütün denetlemelerden "Harika canım bu tesis" diyerek
sıyrıldıklarını, aklanıp paklandıklarını ve "çok yetkili/en etkili"
isimler tarafından "Örnek tesis budur işte!" diye
övüldüklerini...
Alarm sistemlerinin, zehir uyarı sistemlerinin "Ölüm geliyor,
ölüm!" diye bağırdığı dakikalarda bile ağalar, beyler, patronlardan
kurulu hiyerarşik kâr korosunun "Daha fazla kömür; daha fazla
verim!" türküsünü çığırdıklarını...