DERBİLERİN doğası gereği iki takım için de önemliydi elbette
ancak Galatasaray için ‘tamam veya devam’ diyeceği bir maçtı.
Heybesi puan avantajıyla dolu olan rakibe ‘yaramayacak’ netice
sadece yenilgiydi. Galatasaray ise kazanamadığı takdirde sadece
pozisyonunu korumak veya fırsat bulursa belki ikinciliğe yükselmek
hedefiyle baş başa kalacaktı. Orta sahaların kalabalık tutulduğu ve
iki takımın da oyun disiplininden kopmadığı ilk yarı boyunca büyük
ölçüde 30-40 metrelik alanda sürüp giden bir bilek güreşi
izledik.
Galatasaray, Tudor’un disiplinle kompakt hale getirdiği kurguyla
pozisyon vermeyen bir takım görüntüsü çizerken ezber bozan hızlı
çıkışlar için fırsat kolladı, yakaladığı yarım pozisyonları
yeterince çoğalamadığı için tamlayamadı.
Beşiktaş’ın da hemen hemen benzer bir görüntüde oynaması ‘gol
ihtimalini’ anlık gelişen büyük hatalara ve büyük ölçüde de duran
toplara bırakmış oldu.
HAYALLERiN SONU
Yıldızların parlayamadığı, saha içi gerilim düzeyinin ölçülemeyecek
seviyede kaldığı (iyi bir şey tabii) ilk yarıda toplam 7 faul
yapılması ve iki takımın da sadece birer kez ‘yalandan’ kaleyi
bulmaları manzarayı özetliyordu.
İkinci yarı duran topun barajda yön değiştirmesi ve Muslera’yı
yanıltmasıyla gelen golle başlayınca oyunun kartları da Beşiktaş
lehine karıştırılmış ve yeniden dağıtılmış oldu.