“Medeni dünya”, belki de
en ahlaksız bir darbe teşebbüsüne şahitlik ediyor. Sömürgecilerin
zulmüyle beş yüz küsur sene önce tanışan Venezuela, şimdi apaçık
bir işgal tehdidi ile karşı karşıya…
OPEC’in (Petrol İhraç eden
ülkeler teşkilatı) 2012 raporuna göre, dünyanın en zengin petrol
rezervlerine sahip Latin Amerika ülkesi Venezuela, maalesef bu
zenginliğin ceremesini çekiyor. 1550’lü yılların başında İspanyol
sömürgesi durumuna düşen bahtsız ülke, o gün bugün rahat yüzü
görmedi. Uzun zamandır sokaklarında huzursuzluğun kol gezdiği ve
halkının bir ekmeğe muhtaç duruma düştüğü, dükkân ve mağazaların
yağmalandığı, vatandaşların bir kısmının dışarıya kaçtığı
Venezuela, şu sıralarda apaçık bir işgal tehdidi ile yüz yüze
gelmiş bulunuyor. Amerika Birleşik Devletleri ve onun peşinden
giden Avrupalı sömürgecilerin bugünkü temsilcileri, daha yakın
zamanda seçimleri kazanarak ikinci defa işbaşına gelen Nicolas
Maduro’yu meşru devlet başkanı olarak tanımıyor. Peki, ne yapıyor?
Kendi kendini devlet başkanı ilan Meclis Başkanı Juan Guadio’yu
ülkenin meşru lideri olarak kabul ediyor!.. 35 yaşındaki Guadio,
bize daha önce Gürcistan’da sahnelenen “Karanfil
devriminde” piyasaya sürülen, Mikheil Saakashvili’yi
hatırlatıyor. Hani şu telefonda konuşurken kravatını çiğneyen adam…
Hatırladınız. O da maceraya atıldığında, bu Guadio ile aynı
yaşlardaydı. Şimdi nerede, ne yapıyor bilmiyoruz. En son Ukrayna’ya
gayrimeşru yollardan girmeye çalışırken haber konusu olmuştu. ABD,
kullanım süresi biten piyonları buruşturup kenara atma konusunda
hiç tereddüt etmez.
Şimdi Guadio’dan ziyade,
dünyanın şahitlik ettiği en ahlaksız darbe teşebbüsüne bakalım.
Venezuela Dışişleri Bakanı Jorge Arreaza, haklı olarak şunu
söylüyor; “ABD bu darbe teşebbüsünün arkasında değil,
tam önünde…” Evet, bunlar ABD’nin yapmadığı şeyler
değil. Bazen arkadan, bazen de böyle açıktan darbe ve işgal
hareketlerinde esas aktör olarak sahne alır. Mesela 1953’te,
İran’da petrolü millîleştiren Başbakan Musaddık’ı devirmek için, o
günün icabı; ABD ve İngiliz gizli servisleri iş birliği içinde,
darbeyi gerçekleştirmişti. Nice yıllar sonra, ABD bu darbeyi bizzat
yaptırdığını resmen ilan etti. 2003 yılında Saddam’ı (O da Irak
petrolünü millîleştirmişti…) devirmek üzere, Irak’ı işgal etmeye
hazırlanırken, öyle gizli saklı davranmaya gerek duymamıştı. Peki,
nasıl olmuştu? Dönemin Dışişleri Bakanı Colin Powell bütün dünyanın
gözü önünde yalan söyleyerek, güya uzaydan çektikleri
fotoğraflarla, Irak’ta kitle imha silahlarının varlığını tespit
etmişlerdi. Tabii o silahlar hiçbir zaman bulunamadı. Çünkü o
silahlar yoktu. Nitekim bir süre sonra Powell ve patronu W. Bush,
utanmadan yalan söylediklerini itiraf ettiler.
Şimdi bu örneklerin ışığında,
ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton’un şu açıklamasına
bakalım; “Şu anda odaklandığımız şey, gayrimeşru
rejimin (Yani Maduro Yönetiminin) gelir kaynaklarıyla bağını
kesmektir. Bu gelirler, anayasal(!) geçici başkan olarak kabul
ettiğimiz Juan Guadio liderliğindeki meşru hükümete
gitmeli…” Mesaj gayet açık değil mi? Yani bu
zenginlikler bizim kontrolümüzde olmalı ve aslan payı bizim olmalı!
Sanmayın ki Bolton ve şürekâsı, Venezuela halkının menfaatini
düşünüyor. Maduro’nun selefi olan Hugo Chavez (2013 yılında
kanserden öldü.) radikal kararlar alarak, ülkeyi sömüren çok uluslu
petrol şirketlerini devre dışı bırakmıştı. Ve o dakikada hedef
tahtasına oturtulmuştu. 2002 yılında bir darbe teşebbüsüne maruz
kaldı ve 48 saat rehin alındı. Yerine tıpkı şimdiki Guadio gibi,
Pedro Carmona isimli bir iş adamı devlet başkanı olarak ilan
edildi. Fakat Chavez ordu üzerinde kontrolü tekrar sağlayarak,
ABD’ye karşı büyük bir zafer kazandı. Şimdi de askerî cenah
Maduro’nun arkasında duruyor. Ancak kendisi Chavez kadar karizmatik
bir lider değil. Bakalım gücünü nereye kadar muhafaza
edebilecek?
Latin Amerika’yı her zaman arka
bahçesi olarak gören ABD, buraya başka büyük devletlerin (Özellikle
Çin ve Rusya) gelmesini asla istemiyor. Çin bu ülkeye büyük
yatırımlar yapıyor. Rusya’nın da askerî üs kurma hazırlıkları
sürüyor. 1961’de Sovyetler Birliği Küba’ya füze üssü kurmaya
çalıştığında, dünya âdeta bir nükleer savaşın eşiğine gelmişti.
ABD, 1960 yılında Domuzlar Körfezi çıkarmasıyla Fidel Castro’yu
devirmeye çalıştı. Ancak bu teşebbüs fiyasko ile sonuçlandı.
Devamında Amerika abluka ve ambargolarla yarım asırdan fazla zaman
Küba halkını cezalandırdı. Castro da ölüm döşeğine girinceye
kadar iktidarda kaldı… Venezuela’daki utanç verici darbe
teşebbüsünün devamı nasıl gelir bilmiyoruz. Gerçek şu ki, Maduro ve
halkı kesin biçimde mağdur! Gelgelelim ABD bunu hep yapıyor. Latin
Amerika demek, darbeler coğrafyası demek. 1954’te Paraguay, 1964’te
Brezilya, 1971’de Bolivya, 1973’te Şili… 1976’da Arjantin. Şili de
ilk teşebbüs başarısız olunca, ikincisinde Salvador Allende
öldürüldü ve öylece Pinoche işbaşına getirildi. Keza Uruguay,
Honduras, Guatemala ve Panama gibi diğer küçük devletler de
darbelerden nasibini aldı.