Cumhurbaşkanı Erdoğan,
dört gün önce Sivas’ta Orta Anadolu Ekonomi Forumu'nda, çok çok
önemli bir konuyu dile getirdi… Ancak Türkiye’deki gündem
yoğunluğundan olacak herhâlde, pek fazla üzerinde
durulmadı.
“Şimdi her şey iyi güzel
de, birilerinin elinde nükleer başlıklı füze var, bir tane iki tane
değil…” Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu cümlenin devamında
isim vermeden; 7 bin 500 adet nükleer başlıklı füzeye sahip olup,
buna rağmen ABD ve Rusya’nın elinde 12 bin 500-15 bin füze
bulunması sebebiyle, yarışı sürdürmek isteyen bir ülkeden bahsetti…
Daha sonra şunları söyledi: "Ama benim elimde nükleer
füze olmasın! Ben bunu kabul etmiyorum. Şu anda dünyada gelişmiş
ülkeler içinde neredeyse nükleer başlıklı füzesi olmayan ülke yok.
Hepsinde var… Yanı başımızda İsrail’in var mı? Var… Ve bütün
her şeyiyle, onunla korkutuyor. Değerli kardeşlerim, biz şu anda
çalışmamızı yürütüyoruz…” Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu
çok çok önemli sözleri, yerli medyada fazla yankılanmadı doğrusu!
Ama dış basın hayli ilgi gösterdi. Belki önümüzdeki dönemde içeride
ve dışarıda bu mesele, yani Türkiye’nin nükleer kapasiteye sahip
olmak için yürüttüğü ve yürüteceği çalışmalar daha yoğun biçimde
gündeme gelecektir. Nükleer başlıklı füzeler konusu, yetmiş seneden
beri dünyanın gündeminden hiç eksik olmadı. Bilhassa ABD ile
Sovyetler Birliği (Günümüzde Rusya bu rolü sürdürüyor) arasında
yaşanan rekabete, zaman zaman bu köşede temas ediyoruz… Nükleer
silah yarışını önlemek için, 1968 yılında NPT (Non Proliferation
Treaty-Nükleer silahların yayılmasını önleme anlaşması) imzalandı.
Türkiye bu anlaşmaya 1971 yılında imza koydu. Hâlen BM üyesi 188
ülke bu anlaşmayı imzalamış bulunuyor. Yeni kurulan Güney Sudan
devletini saymazsak, dört ülkenin (Kuzey Kore, İsrail, Hindistan ve
Pakistan) bu anlaşmada imzası bulunmuyor. Pakistan ve Hindistan,
1990’lı yıllarda yaptıkları alenî nükleer denemeler neticesinde,
nükleer kulüp üyesi devletlerin arasına resmen girmiş
bulunuyor…
İsrail nükleer füzelere (En az 90
veya 300 civarında nükleer başlık sahibi olduğu tahmin ediliyor…)
sahip olduğunu resmen ilan etmedi. Ancak eski başbakanlardan Ehud
Olmert, Almanya’ya yaptığı bir gezi sırasında nükleer başlık sahibi
olduklarını ilk defa ifşa etmişti… İsrail’in nükleer silahlara
sahip olma serüveni çok enteresandır. 1947’de kurulan bu devlet,
çok geçmeden 1960’lı yıllarda nükleer çalışmalara başlamıştır.
Devrin Başbakanı Ben Gurion, Şimon Peres’e bu konuda özel görev
vermiştir. Başlangıçta Fransa, daha sonraları da ABD’nin
destekleriyle ve nihayet Güney Afrika Cumhuriyeti eski ırkçı
rejiminin yoğun katılımıyla, çok geçmeden bu silaha (1969 yılı)
sahip olmuştur. Negev Çölü'ndeki Dimona Nükleer Santrali'nde
yapılan çalışmaları, ilk defa 1986 yılında, Fas kökenli bir Yahudi
olan Mordehay Vanunu ifşa etmiş, bu şahıs daha sonra Londra’da
yakalanarak İsrail’e getirilmiş ve vatana ihanet suçundan 18 yıl
hapse mahkûm edilmiştir… Ne gariptir ki, İsrail’in nükleer silah
çalışması bugüne kadar ciddi biçimde bir sorgulamaya tabi
tutulmadığı gibi, bu konu doğru dürüst biçimde siyasi gündeme bile
taşınmamıştır! Ama bu konuda Pakistan’ın başına gelmeyen
kalmamıştır… Şunu da belirtelim ki, Pakistan nükleer bombaya sahip
olmasaydı, belki de bugün Hindistan karşısında çok çaresiz bir
durumda kalırdı!
Dünyada nükleer silahlara sahip
ülkeler ile buna sahip olmak için çaba sarf eden devletlerin,
kıyasıya mücadelelerine en taze örnek İran ve Kuzey Kore konusudur…
Özellikle Amerika’nın İran’ı nükleer silah yapmaktan caydırmak
için, son zamanlarda giriştiği atraksiyonları hep birlikte
izliyoruz. İran’ın nükleer kapasiteye sahip olma yolunda hangi
safhada olduğu tam olarak bilinmemekte. Ülkeye çok pahalıya mal
olsa da, hâlihazırda ciddi riskleri göze almış bulunuyor. 2015
yılında P5+1 (BMGK’nın beş daimi üyesi ve Almanya) ülkeleriyle
yaptığı çok taraflı anlaşmadan, Trump yönetimi çekilince, ortalık
fena hâlde karıştı. İran şimdi bu anlaşma ile verdiği taahhütlere
uymak için imzacı ülkelere bazı şartlar koşuyor. Diğer taraftan
ABD’nin İran’a uyguladığı ambargolar sebebiyle, Basra Körfezi’nde
de gerginlik had safhaya çıkmış durumda… İran’ın nükleer silahlara
sahip olmasının bölgede yeni sıkıntılara yol açacağı ve bu sebeple
Mısır ve Suudi Arabistan’ın da bu yarışa katılacağı
değerlendiriliyor ki, böyle bir durumda işlerin iyice karışması
ihtimali var. Kuzey Kore’nin nükleer silah çalışmaları ise Uzak
Doğu’da çok daha başka bir rekabet ve endişenin kaynağı… Amerika
havuç-sopa politikasıyla Kuzey Kore rejimini ikna etmeye
çalışılıyor. Fakat şimdiye kadar pek de başarılı olduğu
söylenemez.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın
Sivas’ta yaptığı açıklama ile Orta Doğu’da, nükleer silah konusunda
yepyeni bir tartışmanın kapısı aralanmıştır. Bu
konuda söylenecek çok şey var. Ama başka bir yazıya…
İsrail nükleer füzelere (En az 90
veya 300 civarında nükleer başlık sahibi olduğu tahmin ediliyor…)
sahip olduğunu resmen ilan etmedi. Ancak eski başbakanlardan Ehud
Olmert, Almanya’ya yaptığı bir gezi sırasında nükleer başlık sahibi
olduklarını ilk defa ifşa etmişti… İsrail’in nükleer silahlara
sahip olma serüveni çok enteresandır. 1947’de kurulan bu devlet,
çok geçmeden 1960’lı yıllarda nükleer çalışmalara başlamıştır.
Devrin Başbakanı Ben Gurion, Şimon Peres’e bu konuda özel görev
vermiştir. Başlangıçta Fransa, daha sonraları da ABD’nin
destekleriyle ve nihayet Güney Afrika Cumhuriyeti eski ırkçı
rejiminin yoğun katılımıyla, çok geçmeden bu silaha (1969 yılı)
sahip olmuştur. Negev Çölü'ndeki Dimona Nükleer Santrali'nde
yapılan çalışmaları, ilk defa 1986 yılında, Fas kökenli bir Yahudi
olan Mordehay Vanunu ifşa etmiş, bu şahıs daha sonra Londra’da
yakalanarak İsrail’e getirilmiş ve vatana ihanet suçundan 18 yıl
hapse mahkûm edilmiştir… Ne gariptir ki, İsrail’in nükleer silah
çalışması bugüne kadar ciddi biçimde bir sorgulamaya tabi
tutulmadığı gibi, bu konu doğru dürüst biçimde siyasi gündeme bile
taşınmamıştır! Ama bu konuda Pakistan’ın başına gelmeyen
kalmamıştır… Şunu da belirtelim ki, Pakistan nükleer bombaya sahip
olmasaydı, belki de bugün Hindistan karşısında çok çaresiz bir
durumda kalırdı!
Dünyada nükleer silahlara sahip
ülkeler ile buna sahip olmak için çaba sarf eden devletlerin,
kıyasıya mücadelelerine en taze örnek İran ve Kuzey Kore konusudur…
Özellikle Amerika’nın İran’ı nükleer silah yapmaktan caydırmak
için, son zamanlarda giriştiği atraksiyonları hep birlikte
izliyoruz. İran’ın nükleer kapasiteye sahip olma yolunda hangi
safhada olduğu tam olarak bilinmemekte. Ülkeye çok pahalıya mal
olsa da, hâlihazırda ciddi riskleri göze almış bulunuyor. 2015
yılında P5+1 (BMGK’nın beş daimi üyesi ve Almanya) ülkeleriyle
yaptığı çok taraflı anlaşmadan, Trump yönetimi çekilince, ortalık
fena hâlde karıştı. İran şimdi bu anlaşma ile verdiği taahhütlere
uymak için imzacı ülkelere bazı şartlar koşuyor. Diğer taraftan
ABD’nin İran’a uyguladığı ambargolar sebebiyle, Basra Körfezi’nde
de gerginlik had safhaya çıkmış durumda… İran’ın nükleer silahlara
sahip olmasının bölgede yeni sıkıntılara yol açacağı ve bu sebeple
Mısır ve Suudi Arabistan’ın da bu yarışa katılacağı
değerlendiriliyor ki, böyle bir durumda işlerin iyice karışması
ihtimali var. Kuzey Kore’nin nükleer silah çalışmaları ise Uzak
Doğu’da çok daha başka bir rekabet ve endişenin kaynağı… Amerika
havuç-sopa politikasıyla Kuzey Kore rejimini ikna etmeye
çalışılıyor. Fakat şimdiye kadar pek de başarılı olduğu
söylenemez.