ABD Başkanı, Suudi
Arabistan Kralı’nı aba altından sopa göstererek, nasıl daha çok
para ödemeye razı ettiğini, ara seçim çalışmalarında ifşa ederek,
“havuç – sopa” politikasını bir kere daha tescil
etti…
Donald Trump’ın en bariz
özelliklerinden biri de, dilinin hiç ayarının olmaması… O yüzden
seleflerinin gizli tuttuğu bazı gıllıgışlı işleri de bu faş
edebiliyor. Kasım ayında yapılacak ara seçim çalışmaları
dolayısıyla, Mississipi eyaletinde yaptığı bir konuşmada, Suudi
Arabistan Kralı’nı kendilerinden daha çok silah satın alması için
nasıl ikna ettiğini açık açık anlattı. Şöyle dedi; “Kral Selman’ı
severim. Ama ona dedim ki, ‘Bak Kral, biz seni koruyoruz. Biz
olmazsak iki haftaya burada olmayabilirsin. Kendi ordunu (savunma
masrafını) kendin ödemelisin. Ödemeye mecbursun…” İşte ABD’nin
tipik HAVUÇ – SOPA politikasının en çarpıcı örneklerinden biridir
bu. Ve hep böyle olmuştur. 1991’de Baba Bush, Körfez Savaşı’nı
tezgâhlarken, o zamanki Suudi Arabistan Kralı’nı (Selman’ın büyük
abisi Fahd) yine böyle ikna etmişti. Onun da kulağına muhtemelen
şöyle bir cümle üflemişti; “Bak Saddam Kuveyt’i işgal etti. Sırada
senin ülken var. Bizimle iş birliği yaparsan ne âlâ yapmazsan
sonucuna sen katlanırsın!..” Ve tabii müteveffa Kral Fahd da
tereddütsüz ikna olup gerekeni yapmış, ABD liderliğindeki
beynelmilel Koalisyon’un karargâhı Suudi Arabistan’da kurulmuş,
altı ayı aşkın bir yığınaktan sonra; yine bu ülke toraklarından
Irak’a hava ve kara harekâtı başlatılmıştı…
Körfez harekâtının Suud ülkesine
kaça patladığını, tam olarak bilmek mümkün değil. Mesela ABD’nin
buraya konuşlandırdığı on binlerce asker, Suud Posta İdaresinin
verdiği gizli bir şifreyi kullanarak kendi memleketi ile bedava
telefon konuşması yapıyordu… Bu sadece küçük bir örnek! Savaştan
sonra, Suudi Arabistan tarihinin en büyük silah alımını yapmıştı.
Tabii Amerika’dan… İlaveten Baba Bush, artık ıskartaya çıkarılacak
ve imha edilecek silah ve mühimmatı, Irak topraklarına atarak
parasını da Suudi Arabistan’dan tıkır tıkır almıştı. “Biz savaşı
ihaleye verdik” diyen Kuveyt de, deve yükü ile para ödemişti tabii.
Demem o ki, tezgâh aynı tezgâh. O gün Saddam Hüseyin ile tehdit
ediyorlardı, bugün İran rejimiyle. Kısaca diyor ki, bak İran’ın
Yemen üzerinden sana ulaşması an meselesi. O kadar ki, biz olmazsak
iki hafta bile dayanamazsın… Selman’ın itiraz etme gücü ve iradesi
var mı, olabilir mi? Trump bunun olmadığını gayet iyi biliyor. Daha
doğrusu ekibi ona iyi öğretmiş. Daha seçim kampanyası sırasında
“Bizim borcumuzu Körfez ülkelerine ödeteceğim…” demişti. Ve
dediğini de yaptı. Göreve gelir gelmez, ilk dış ziyaretini Suudi
Arabistan’a yaptı. Orada komik bir şekilde kılıç dansı bile yaptı.
Selman ve Sisi ile birlikte “sihirli küre” dedikleri nesneye el
bastı vs. vs. Ama en önemlisi Suudi Arabistan ile 315 (yazıyla üç
yüz on beş) milyar dolarlık silah anlaşması yaptı. Suud’un bu
silahları kullanacak bir ordusu yok tabii… O silahlar daha
öncekileri gibi, depolarda çürüyecek. Varsın çürüsün. Parası
sağlamda değil mi? Bu miktarın üçte biri kadarını da Katar’a sattı.
Hani Suudi Arabistan’ın öncülüğünde Mısır ve Birleşik Arap
Emirliği’nin katılımıyla ablukaya alınan Katar… ABD’den bu
silahları almazsa, başına neler geleceğinden emin değil
çünkü!
Fakat Amerika’ya bunlar da
yetmez. Çünkü Amerikan ekonomisi adı üstünde “savaş ekonomisi”. Bir
yerlerde savaş olmazsa ABD’nin işi yaş! Bu gerçeği Thomas Friedman
şöyle formüle ediyor: “McDonald’s cannot flourish without McDonnell
Douglas, the designer of the F – 15”. Yani F - 15 savaş uçaklarını
dizayn eden McDonnell Douglas çalışmazsa, hamburger satan
McDonald’s iş yapamaz, daha doğrusu dükkânı açık tutamaz! Olay bu
kadar açık ve net… İşte o yüzdendir ki, Amerika; Körfez ülkelerinin
trilyon dolarlarını bir şekilde söğüşlemek için yeni tezgâhlar
kuruyor. Bunlardan biri de, şu sıralarda Trump’ın temellerini
atmaya çalıştığı “ARAP NATOSU” dur. Körfez ülkelerine Mısır ve
Ürdün’ü de katarak, güya orada İran’a karşı yeni bir tahkimat
yapmaya çalışıyor. BM Genel Kurulunda yaptığı konuşmada, Trump yine
rüşvet-i kelam olarak Suudi Arabistan Kralı ile Ürdün Meliki’nin
adını geçirerek, övgülerde bulunmuş ve bu Arap Natosu’ndan dem
vurmuştu. Ondan bir gün önce de, BAE gazeteleri, uzun makalelerle;
Körfez’de İran’a karşı (Hatta Türkiye’den de tuhaf bir biçimde
bahsederek…) oluşturulmak istenen bu yeni ittifak anlatılıyordu.
Evet, Trump şecaat arz ederken; ‘merd-i kıpti’ gibi sirkatini
söylüyor. Genç okuyucular şayet sirkat kelimesinin manasını
bilmiyorlarsa, bir zahmet lügate baksınlar… Peki, bu “HAVUÇ – SOPA”
politikaları daha ne zamana kadar devam eder, diye sorarsanız, bu
ucu açık bir soru olur. Cevabı da keza öyle! Ne yapalım, dünya
gerçekleri ne yazık ki böyle.