ABD Başkanı Trump’ın güya
barışı temin etmek için bazı ülkelerin yetkilileriyle yaptığı
tiyatral görüşmelerin altı hep boş çıkıyor. Bunun son örneği Kuzey
Kore ile Vietnam’da yapılan müzakereler oldu…
Aslında evvela şu soruyu sormak
gerekiyor: Trump gidici mi, kalıcı
mı? Bu sorunun cevabı oldukça önemli, zira son
günlerde Amerikan medyası ve düşünce kuruluşlarında, Başkan
Trump’ın nihai biçimde ipinin çekilmek üzere olduğu yolunda çok
ciddi tartışmalar hüküm sürüyor… Son olarak Trump’ın eski avukatı
ve bütün gizli-kapaklı işlerini yürüten adamı olarak bilinen
Michael Cohen’in, Kongre’de verdiği ifadesinde Trump’ın bütün kirli
çamaşırlarını ortaya dökmesiyle, impeachment (görevden azil için
suçlama) sürecinin hız kazandığı ifade ediliyor. ABD Başkanının
seçildiği günden beri peşini bırakmayan, Rusya ile ilişkiler
konusunda da Cohen önemli şeyler söyledi. İfadesine göre, kampanya
sırasında Trump seçimi kazanacağından emin olmadığı için
şirketlerinin Rusya ile olan ilişkilerini devam ettirdi… Bilindiği
üzere, bu konuda daha önce başlamış ve sürmekte olan bir soruşturma
var. Bu soruşturmanın özel savcısı, eski FBI Direktörü Robert
Mueller’in konuyla ilgili raporunu tamamladığı, ancak Trump’ın;
istifa eden adalet bakanının yerine bakan yardımcısı vasıtasıyla,
şimdilik bu raporun kongreye sunulmasını durdurduğu bildiriliyor.
Velhasıl Trump iyiden iyiye sıkışmış bulunuyor ve bu durumdan
kurtulmak için, dış politikada bazı önemli adımlar atmaya
çalışıyor. Fakat şimdiye kadar dişe dokunur bir ilerleme
kaydedemedi. En iyimser olduğu Kuzey Kore nükleer programı
konusunda da, bir anlaşma yapamadan Hanoi’den eli boş
döndü.
Trump da
klasik “havuç-sopa” politikasıyla yol
almaya çalışıyor. Kimine vaatlerde bulunarak, kimilerini tehdit
ederek sonuç alabileceğini düşünüyor. Mesela Venezuela Başkanı
Maduro’yu açıktan açığa tehdit ediyor. Öyle ki, bu ülkenin silahlı
kuvvetlerini, darbe yapmadıkları için alenen tehdit ediyor!..
Pakistan yönetimini benzer şekilde tehdit ediyor. Gerekçe ise,
teröre karşı yeterince iş birliği yapmaması… Oysa Trump ve ekibinin
derdi başka. Pakistan’ın Çin’e yakın politikalar
izlemesi, ABD’yi çıldırtmaya yetiyor da artıyor. O
yüzden Keşmir Meselesini, Afganistan savaşını bahane ederek, bir
şekilde cezalandırmaya çalışıyor. Trump’ın elinde sopa ile gezen
Güvenlik Danışmanı John Bolton, bir gün İran’ı tehdit ediyor;
ertesi gün İsrail ile sıkı iş birliğine girmekte isteksiz davranan
Arap ülkelerine parmak sallıyor. Öyle ki, bu baskılardan Arap
ülkeleri iyice bunalmış durumda. Dışişleri Bakanı Mevlüt
Çavuşoğlu, “Bunlar mı Kudüs’e sahip
çıkacak?” diye serzenişte bulunurken son derece
haklı… Zira Amerikan dayatması karşısında bocalayan Arap
yönetimleri, “Eşeğe gücü yetmeyenin palana
vurması” gibi, Filistinlilere baskı yapmaya
kalkışıyor. Ve İsrail işgal ve zulmüne karşı, utanmadan;
Filistinlilere dönüp, siz de fazla sesinizi çıkarmayın diye
telkinde bulunuyorlar… Körfez ülkeleri böyle, Mısır ve hatta Ürdün
aynı durumda! Ortamı bu şekilde terörize eden Trump, dünya ile alay
edercesine, “Orta Doğu’da Yüzyılın Barış
Planı” diye bir ucubeyi ortaya sürüyor. Ve bu sözde
planın avukatlığını,
Netanyahu’nun “kankası” olan kendi
damadı Jared Kushner’e vermiş bulunuyor.
ABD elçiliğini Tel Aviv’den
Kudüs’e taşırken, açılışta temsil görevini yine Yahudi damada
vermişti… Trump Yahudi Lobisini kendi tarafında tutmak için, iki
yıllık görevi sırasında her türlü atraksiyonu yapmaktan kaçınmadı.
Ama hiçbirisi onu garantiye alamadı ve alamayacak. Trump görev
süresi boyunca kendisini kovalayacak olan siyasi ve adlî
soruşturmalardan kurtulamayacak gibi görünüyor.
Dolayısıyla, “ORTA DOĞU’DA YÜZYILIN BARIŞ
PLANI” kocaman bir yalan. Kudüs’ün yüzde doksanını
peşinen İsrail’e vermeyi taahhüt eden bir plan işleyebilir mi?
Bundan daha esnek bir barış planı, Bill Clinton döneminde işlemdi.
Clinton’ın bütün çabalarına rağmen, 1993 Wye River ve 1999 Mısır
Şarm el Şeyh’de imazalanan memorandumla devam eden müzakere
sürecinde, dört temel konuda çözüm olmadığı için, anlaşma
sağlanamamıştı. Bu dört temel konu şu idi: Filistin
topraklarındaki Yahudi yerleşimciler meselesi. Filistinli
mültecilerin geri dönüş konusu. Kudüs’ün statüsü ve suyun paylaşımı
meselesi... Hâlihazırda İsrail Filistin topraklarında
ha bire Yahudi yerleşimi yaptırıyor. Filistinlilerin geri dönüşünü
ise hiç dinlemek bile istemiyor. Kudüs’ün statüsüne gelince, ilhak
etmek için fırsat kolluyor. Su meselesi de bir felaket. İsrail,
Filistinlilerin kendi topraklarında kuyu kazmasına müsaade etmiyor.
Fakat kendisi Batı Şeria’da çok derin kuyular kazarak Filistin’in
suyunu, dünyanın gözünün içine baka baka çalmaya devam
ediyor!
Bu şartlar altında Filistin
meselesinde bir çözüm, bir barış anlaşması asla mümkün değil. Hele
hele Trump gibi birisiyle hiç mümkün değil. Trump nerede, barış
nerede!..
Aslında evvela şu soruyu sormak
gerekiyor: Trump gidici mi, kalıcı
mı? Bu sorunun cevabı oldukça önemli, zira son
günlerde Amerikan medyası ve düşünce kuruluşlarında, Başkan
Trump’ın nihai biçimde ipinin çekilmek üzere olduğu yolunda çok
ciddi tartışmalar hüküm sürüyor… Son olarak Trump’ın eski avukatı
ve bütün gizli-kapaklı işlerini yürüten adamı olarak bilinen
Michael Cohen’in, Kongre’de verdiği ifadesinde Trump’ın bütün kirli
çamaşırlarını ortaya dökmesiyle, impeachment (görevden azil için
suçlama) sürecinin hız kazandığı ifade ediliyor. ABD Başkanının
seçildiği günden beri peşini bırakmayan, Rusya ile ilişkiler
konusunda da Cohen önemli şeyler söyledi. İfadesine göre, kampanya
sırasında Trump seçimi kazanacağından emin olmadığı için
şirketlerinin Rusya ile olan ilişkilerini devam ettirdi… Bilindiği
üzere, bu konuda daha önce başlamış ve sürmekte olan bir soruşturma
var. Bu soruşturmanın özel savcısı, eski FBI Direktörü Robert
Mueller’in konuyla ilgili raporunu tamamladığı, ancak Trump’ın;
istifa eden adalet bakanının yerine bakan yardımcısı vasıtasıyla,
şimdilik bu raporun kongreye sunulmasını durdurduğu bildiriliyor.
Velhasıl Trump iyiden iyiye sıkışmış bulunuyor ve bu durumdan
kurtulmak için, dış politikada bazı önemli adımlar atmaya
çalışıyor. Fakat şimdiye kadar dişe dokunur bir ilerleme
kaydedemedi. En iyimser olduğu Kuzey Kore nükleer programı
konusunda da, bir anlaşma yapamadan Hanoi’den eli boş
döndü.
Trump da
klasik “havuç-sopa” politikasıyla yol
almaya çalışıyor. Kimine vaatlerde bulunarak, kimilerini tehdit
ederek sonuç alabileceğini düşünüyor. Mesela Venezuela Başkanı
Maduro’yu açıktan açığa tehdit ediyor. Öyle ki, bu ülkenin silahlı
kuvvetlerini, darbe yapmadıkları için alenen tehdit ediyor!..
Pakistan yönetimini benzer şekilde tehdit ediyor. Gerekçe ise,
teröre karşı yeterince iş birliği yapmaması… Oysa Trump ve ekibinin
derdi başka. Pakistan’ın Çin’e yakın politikalar
izlemesi, ABD’yi çıldırtmaya yetiyor da artıyor. O
yüzden Keşmir Meselesini, Afganistan savaşını bahane ederek, bir
şekilde cezalandırmaya çalışıyor. Trump’ın elinde sopa ile gezen
Güvenlik Danışmanı John Bolton, bir gün İran’ı tehdit ediyor;
ertesi gün İsrail ile sıkı iş birliğine girmekte isteksiz davranan
Arap ülkelerine parmak sallıyor. Öyle ki, bu baskılardan Arap
ülkeleri iyice bunalmış durumda. Dışişleri Bakanı Mevlüt
Çavuşoğlu, “Bunlar mı Kudüs’e sahip
çıkacak?” diye serzenişte bulunurken son derece
haklı… Zira Amerikan dayatması karşısında bocalayan Arap
yönetimleri, “Eşeğe gücü yetmeyenin palana
vurması” gibi, Filistinlilere baskı yapmaya
kalkışıyor. Ve İsrail işgal ve zulmüne karşı, utanmadan;
Filistinlilere dönüp, siz de fazla sesinizi çıkarmayın diye
telkinde bulunuyorlar… Körfez ülkeleri böyle, Mısır ve hatta Ürdün
aynı durumda! Ortamı bu şekilde terörize eden Trump, dünya ile alay
edercesine, “Orta Doğu’da Yüzyılın Barış
Planı” diye bir ucubeyi ortaya sürüyor. Ve bu sözde
planın avukatlığını,
Netanyahu’nun “kankası” olan kendi
damadı Jared Kushner’e vermiş bulunuyor.