17 Eylül günü Soçi’de
Türkiye ile Rusya arasında sağlanan İdlib’e dair mutabakatın sonuna
kadar işleyip, beklenen neticeleri verip vermeyeceği konusunda
değerlendirmeler yapılıyor. Nereye kadar
gidebilir?
Öncelikle şunun altını çizelim;
Soçi mutabakatının önemi hakkında hemen herkes hemfikir. Soçi’de
masada olmayan, ABD, Suriye rejimi ve İran da dâhil olmak üzere;
doğrudan ve dolaylı olarak ilgili bütün taraflar, varılan
mutabakatı olumlu bulduklarını deklare etti… BM Genel Sekreteri
Guterres, bu mutabakatın doğru şekilde sonuna kadar uygulanması
hâlinde; 1 milyonu çocuk olmak üzere, 3 milyon sivilin felaketten
kurtulabileceğini açıkladı. BM Genel Sekreteri, bu çerçevede bütün
taraflara ve dünya kamuoyuna çağrıda bulunarak, Soçi mutabakatının
desteklenmesini istedi. Guterres, "sivillere yardıma güçlü
bir bağlılık ve insani yardım yapılması, insani yardım hukukuna
riayet ve Cenevre sürecinin daha ileriye götürülebilmesi için,
özellikle yeni anayasa komitesinin teşkili konusunda BM’nin Suriye
özel temsilcisine daha güçlü destek verilmesi hususunda herkese
çağrıda bulunuyorum" dedi… 23 Eylül’den itibaren genel
kurul çalışmalarına başlayacak olan BM Teşkilatı, Suriye için
bakanlar seviyesinde bir özel oturum da icra edecek… Bu arada
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, New York’ta Suriye ile ilgili olarak,
birçok dünya ülkesi lideriyle görüşmeler yapacağı, dolayısıyla
meselenin BM zemininde daha yoğun müzakerelere konu olacağı
biliniyor. Ancak hâlihazırda en fazla sorulan soru şudur:
Soçi mutabakatı nereye kadar gidebilir? Zira
sahada bu mutabakatın icabı olarak yapılması gereken çok zorlu
işler var. Özellikle İdlib’de konuşlanmış ve terör örgütü olarak
tanımlanan radikal grupların silahsızlandırılması
meselesi…
Bu soruya cevap aranırken,
öncelikle Türkiye ile Rusya arasında böyle bir mutabakatı zorunlu
kılan etkenleri tekrar hatırlamak gerekiyor. Şayet bu mutabakat
sağlanamasaydı ve Rusya, Suriye rejimi ile birlikte İdlib’de hava
ve kara saldırılarını sürdürseydi, acaba neler olacaktı? Her şeyden
evvel, çatışmaların İdlib ile sınırlı kalmayacağı ve muhaliflerin
direnişi yeniden ülkenin diğer bölgelerine de yayacağı şüphe
götürmeyen bir durumdu. Rusya’nın sık sık iddia ettiği üzere, Rejim
ülkenin çok büyük bölümünde kontrolü tamamen ele geçirebilmiş
değil… Diğer taraftan Amerika ve onun yanında Fransa ve İngiltere,
Suriye Rejiminin İdlib’de kimyasal silah kullanması hâlinde, çok
sert tepki verileceğini ihtar ettiler. Bu konuda, provokatif bir
saldırı ile müdahalenin yolunu açmak hiç de zor olmaz ve bu durum
Rusya’yı oldukça sıkıntıya sokardı... Dolayısıyla 7 Eylül’de Tahran
Zirvesinde ateşkes talebini olumsuz karşılayan Putin, on gün sonra
Soçi’de kararını değiştirmek durumunda kaldı. Rusya ve İran,
başlangıçta tümüyle terörist ilan ettikleri silahlı muhalefet
unsurlarından tamamen kurtulmak için, İdlib’de de, Rakka ve Halep
benzeri bir genel katliama girişme hesabında idi. Fakat bunun
olması hâlinde, Türkiye ile ilişkilerin çok ciddi biçimde
gerileceğini hesaba katmak zorunda kaldılar. Putin’in, Tahran’daki
tutumunun aksine; Suriye ve İran’ı kenarda tutarak, onların adına
da Soçi’de irade ortaya koyması, bu bakımdan önemlidir. İran her ne
kadar bu şekilde dışarıda tutulmaktan mutlu olmasa da, gelişmelere
rıza göstermek zorunda idi. Bunun sebepleri, kendi iç dengeleri ve
Amerika ile süren gerginlik dikkate alındığında hemen
anlaşılabiliyor. Ayrıca İran’ın bu sıkıntılı dönemde Türkiye ile
münasebetlerini baltalayacak bir tutuma girme riski de yok. Her ne
kadar İran, Türkiye ile bölgesel rekabet hesaplarında; sadece
Suriye meselesini değil, Irak, PKK ve diğer konuları da içine alan
daha geniş bir strateji izlemeye çalışıyor ise de, şartları
zorlayan bölgesel ve küresel gelişmeler, bu ülkeyi esnek hareket
etmek zorunda bırakıyor.
Rusya-Türkiye ilişkilerinde de
benzer bir durum söz konusu. Ne kadar büyük devlet olursa olsun,
Rusya hâlihazırda içinde bulunduğu ekonomik zorluklar ve Batı’nın
uyguladığı ambargolar sebebiyle hayli sıkıntılı ve bu sıkıntıları
bir nebze hafifletecek yeni dostlara ihtiyacı var. Mevcut şartlarda
Rusya’nın dostluğunu kazanmak istediği ülkelerin başında da
herhâlde Türkiye gelir!.. Diğer taraftan Rusya’nın Suriye’deki
konumundan dolayı her zaman yeni problemlerle yüz yüze geleceği de
açık. Soçi mutabakatının akşamında, İsrail’in (Pek tabii ABD
desteği ve onayıyla…) Suriye’de giriştiği atraksiyon bunu açıkça
ortaya koydu. Rusya başlangıçta daha sert tonda tepki vermekle
birlikte, hemen akabinde muhtemelen ABD faktörü ve küresel Yahudi
sermayesini dikkate alarak, daha yumuşak bir üslupla, uçağının
düşürülmesini bir “trajik olay” olarak niteledi.
Bu üslup fazlasıyla dikkat çekici ve Rusya’nın kendisine yönelik
önemli bir hamle karşısında beklenen seviyede karşılık vermeye en
azından şimdilik hazır olmadığını gösteriyor…
Evet, bütün bu olguları ve Suriye
denklemindeki bileşenleri topluca değerlendirdiğimizde, Soçi
mutabakatının ehemmiyeti kendiliğinden ortaya çıkıyor. Ve tekrar
belirtelim ki, bu sürecin uygun istikamette işlemesi hem Rusya hem
Türkiye ve hem de Suriye Rejimi ile İran hesabına, en iyi tercih
olarak görünmektedir. İşte bu yüzden de sonuç vermesi mümkün
olacaktır.