Nasıl olduysa oldu ve “Global
Çılgın” ile ‘akıldan gayrı müsellem bunak’ birden bire farklı birer
kimliğe büründü. Savaş tamtamları çalmaktan vazgeçip, birlikte
barış şarkıları söylemeye başladılar…
New York Times gazetesine yazan
Choe Sang Hun’un ifadesiyle, Kuzey Kore lideri Kim Jung-un, modern
diplomasinin en çarpıcı değişimlerinden birini gerçekleştirdi… Daha
düne kadar Donald Trump ile karşılıklı olarak birbirlerini nükleer
bombalarla imha etme tehditlerini savuran ikili, birden bire can
ciğer kuzu sarması oluverdi! Öyle ya Kim Jong-un amcasını vahşice
infaz etmekten çekinmeyen, üvey kardeşini zehirli ilaç saldırısıyla
ortadan kaldıran bu “Global Çılgın”, halkı açlık ve sefalet içinde
kıvranırken, yüz milyonlarca doları hidrojen bombası ve
kıtalararası balistik füze denemeleri için harcayıveriyordu. Bu
yüzden Trump ona “Roket adam” o da kendisine “akıldan yoksun bunak”
gibi iltifatlarda bulunuyordu… Peki, ne oldu da bu “cani diktatör”
ve “nükleer sapık” birden bire global çılgınlıktan devlet
adamlığına terfi etti? Hun’un yazdığına göre, bu duruma Güney Kore
Devlet Başkanı Moon Jae-in önemli ölçüde katkıda bulunmuş ve Kim
Jong-un’un kötü imajını değiştirmesini teşvik etmiş… Evet, oluyor –
olmuyor, olmayacak derken, 12 Haziran’daki tarihî zirve, kopmuş
görünen iplerin tekrar iliştirilmesiyle birlikte gerçekleşiverdi.
Dünyanın biraz da şaşkın bakışları önünde…
Elbette bunun çok derin ve geniş
bir arka planı var. Görüşme Kuzey Kore ve ABD liderleri arasında
oldu velakin, bu arada Çin’in, Japonya’nın ve dahi Güney Kore’nin
görülen – görülmeyen, bilinen –bilinmeyen rollerini de dikkate
almak lazım. Karşılıklı tehditler tırmandırılırken ve başta Kore
Yarımadası olmak üzere, savaş bulutları bölge üzerinde
koyulaşırken, Kim Jong-un’un bir müddet gizli tutulan Çin ziyareti
gerçekleşti. Daha sonra Washington cenahından çelişkili açıklamalar
sürerken, Kuzey ve Güney Kore Devlet Başkanları bir araya geldi ve
olumlu mesajlar verdi. Bunun devamında da ABD Başkanı’nın Kuzey
Kore lideri ile görüşebileceği yolunda açıklamalar geldi. Bu arada
şimdiki ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun CIA direktörü
sıfatıyla Kuzey Kore’ye yapmış olduğu (Kim’in Pekin’e olan gizli
ziyareti gibi…) ve bilahare açıklanan seyahatinden dünya haberdar
oldu. 12 Haziran Zirvesine doğru yol alırken, birden bire ters
rüzgârlar esti ve Donald Trump bir Twitter mesajıyla (Bu da
Trump’ın diplomasi üslubu oldu. En önemli meseleleri buradan
duyuruyor…) görüşmeyi iptal ettiğini açıkladı. Fakat Kuzey Kore
tarafı pes etmedi ve görüşme niyetini muhafaza ettiğini deklare
etti. Ondan sonra da kapalı kapılar arasında diplomatik görüşmeler
devam etti ve neticede olmayacak denilen zirve gerçekleşti ve
doğrusu dünyayı da epeyce rahatlattı. Şimdi merak edilen şu: Bu
zirvede verilen taahhütler tutulacak mı, verilen sözler kalıcı
olabilecek mi? Yoksa yarın öbür gün bir Twitter mesajıyla her şey
dümdüz edilecek mi? Burada Trump ve Güvenlik Danışmanı John
Bolton’un kişisel tavırları çok şeyi etkileyebilir!..
Gelişmelerin hangi yönde
olacağını zaman gösterecek. Ancak şimdiki hâlde her iki taraf
yetkililerinin ağzından âdeta bal damlıyor! Buna göre ABD ile Kuzey
Kore arasında yeni ilişkiler kurulması konusunda karşılıklı taahhüt
söz konusu. Kalıcı ve sağlam bir barış düzeninin inşasıyla ilgili
konular için kapsayıcı, derin ve samimi fikir alışverişinde
bulunulmuş. Bu zirvede Trump Kuzey Kore’ye güvenlik garantisi
vermiş. Buna karşılık Kim Jong-un da Kore Yarımadasının nükleer
silahlardan arındırılması konusunda kati ve sarsılmaz taahhüdünü
teyit etmiş. Bu zirvenin önemli sonuçlarından olarak, Kore
Yarımadasına barışın gelmesi ve refahın arttırılmasının imkân
dâhiline girmesine dikkat çekiliyor. Bu meyanda 27 Nisan 2018
tarihli Panmunjom Deklarasyonu’na atıf yapılarak, savaş esirleri ve
kayıplardan geriye kalanların ortaya çıkarılması ve hâlihazırda
kimlikleri tespit edilenlerin ülkelerine gönderilmesi konusunda da
çalışmaların hızlandırılması hususunda mutabakat sağlanmış… Evet,
görünüşe bakılırsa, daha birkaç hafta evvel ufukları karartan savaş
tamtamları yerine barış şarkılarının nağmeleri hâkim olmuş durumda.
Lakin bu görüntüye bakıp her şeyi toz pembe gösteren bir tablo
çizmek ne kadar sağlıklı olabilir? Zira mesele yalnızca Washington
ve Pyongyang arasında değil ki?
Bundan sonraki süreçte Pekin’in
ve Tokyo’nun, özellikle Tokyo’nun tavrı ne olacak? Yaklaşık yetmiş
yıldır bölgesel hesaplarını buzdolabına kaldırmış olan (İki atom
bombası yedikten sonra başka ne yapabilirdi ki?) Japonya orta ve
uzun vadeli stratejik hesaplarını nasıl bir zemine oturtacak? Daha
şimdiden Kuzey Kore’nin nükleerden arındırılmasından dolayı,
Kuzeydoğu Asya’nın istikrarsızlaşabileceği tezleri dolaşıma girdi
bile… Japonya rol kaybına uğrama endişesine düşmüşken, Asya
Pasifik’teki en büyük aktör olan Çin’in bundan sonra sergileyeceği
tutum elbette esas belirleyici faktörlerden biri olacak.
Unutmayalım, ABD, Kuzey Kore’ye karşı esip gürlediğinde, Pekin’den
Washington’u frenleyecek reaksiyon gecikmiyordu… Yani açıkçası
burada, ABD’nin tek başına at koşturacağı bir ortam yok. Küresel ve
bölgesel oyuncuları dikkate almak zorunda!