Erbil Konsolosluğumuzda
görevli Osman Köse’nin şehit edilmesi olayını ve sonrasını çok
dikkatli değerlendirmek gerekiyor… Şayet istihbaratınız güçlü ve
operasyon kabiliyetiniz yüksek ise başarı da
kesindir!
Irak ve Suriye coğrafyası, Orta Doğu’daki birçok ülke gibi,
Osmanlının dört yüz küsur sene boyunca hâkim olduğu ve başarıyla
idare ettiği topraklardır… Dört asırlık zaman dilimi, oralarda her
alanda kök salma ve güçlü bağlar kurma bakımından yeterince imkân
verir. Önemli olan bu imkânları kullanma ve muhafaza edebilme
becerisidir. Osmanlının son demlerine kadar bunun büyük ölçüde
başarıldığını söyleyebiliriz. Ancak 18'inci asrın başlarından
itibaren, Britanya İmparatorluğunun Arap topraklarında başlattığı
istihbarat çalışmaları ve bu çerçevede ektiği fitne tohumları,
19’uncu asrın sonlarına doğru bambaşka dengelerin ortaya çıkmasını
sağlamıştır. Özellikle 1896 ile 1918 yılları arasında, Mısır;
Körfez ülkeleri, Irak ve Suriye topraklarında, arkeolog, biyolog,
botanikçi, tabiat fotoğrafçısı vs. kisveler altında cirit atan
ajanların yaptıkları yıkım çok büyük olmuştur. Sonuç olarak Türkler
ile Araplar arasında kin, nefret ve düşmanlık hat safhaya
çıkarılmış ve nihayetinde bu topraklar elden çıkmıştır.
Cumhuriyet dönemindeki politik anlayış ve radikal zihniyet
değişimi sebebiyle, bölgeye yaklaşım çok farklı olmuş. Bu yüzden de
tarihî ve sosyolojik açıdan, Bölge ile bağların mevcudiyeti
bir ölçüde devam etmiş, ancak siyasi ve kültürel alanlarda
münasebetler iyice zayıflamıştır. Dolaysıyla ciddi bir yabancılaşma
ve birbirinden uzaklaşma meydana gelmiş. Buradan doğan boşluğu da
başkaları doldurmuş… Özellikle yönetici sınıf ve elit kesim
üzerindeki yabancı (Bunu “Batı” diye okumak en doğrusu…) etkisi,
günümüzdeki tablonun temel sebebi ve sonucu olmuştur.
Demek istediğimiz şudur; Bu topraklar üzerinden, Türkiye’ye
karşı başka güçler bugün operasyon yapıyorsa; yapmaya teşebbüs
ediyorsa, bunun kökünde yatan sebepleri iyi irdelemek lazım… Derler
ki, İngiltere’nin haberi olmadan, herhangi bir terör örgütünün bu
ülkeye ait hedeflere yönelik eylem planlaması ve saldırı
gerçekleştirmesi mümkün değildir. Çünkü İngiliz istihbaratının
bütün örgütlerle doğrudan veya dolaylı olarak bağlantıları vardır
ve bu yüzden de zamanında haberini alır!.. İngiliz istihbaratının
gücüne işaret eden bu değerlendirme büyük çapta doğru olsa da,
zaman zaman sızma ve kaçaklar olabiliyor. Yani ne kadar güçlü olsa
da hepsini zabt-u rapt altına alması imkânsız olsa gerek… İsrail
istihbaratı, dünyanın her yerine yayılmış Yahudileri tabii birer
istihbarat elemanı olarak kullandığı için; on yıllardır ülke
dışında Filistinli ve diğer Arap hedeflerine karşı, sonuç alıcı
operasyonlar yapma imkânı bulabiliyor. Başka ülkelerden de örnekler
verebiliriz. Ancak esas mevzumuz bu değil. Burada üzerinde durmak
istediğimiz husus, Türkiye’nin dış istihbarat ve operasyon
kabiliyetindeki gözle görülür güçlenme ve bunun sonuçları…
Erbil Konsolosluğumuzda görevli diplomat Osman Köse’ye karşı,
girişilen suikast sonrasındaki gelişmeler; bundan böyle bu
coğrafyada, Türkiye’ye meydan okuma tarzında bir eyleme girişme
niyetindeki odakları, en az iki kere düşünmeye sevk edecektir.
Çünkü Türkiye’nin neler yapabildiğini açıkça gördüler!..
Diplomatımız Osman Köse, 17 Temmuz günü hain bir saldırıyla
şehit edildi. Ama hemen akabinde, Türkiye ve Irak makamlarının
ortak çalışmasıyla, saldırıyı yapan tetikçi terörist Mazlum Dağ ve
diğer üç kişi yakalandı. Onlar sorgulanırken, sadece bir gün sonra,
Türk Silahlı Kuvvetleri ve MİT’in ortak operasyonuyla; saldırıyı
planlayan teröristlerin bir kısmı, Erbil’den 150 km ötede,
Duhok’ta etkisiz hâle getirildi. Bundan altı gün sonra da, bu defa
Kuzey Irak’ta Batifa’da, olayın planlayıcısı olan diğer teröristler
imha edildi. Bu arada saldırıyla bağlantısı olduğu tespit edilen
toplam 45 kişi daha yakalanarak sorguya alındı… 24 Temmuz günü de,
bahse konu saldırının azmettiricisi olan Doğan Nurhan kod adıyla
bilinen, Erdoğan Ünal isimli terörist Kandil’de etkisiz hâle
getirildi. Bu terörist doğrudan PKK elebaşı Cemil Bayık’a bağlı,
sözde istihbarat konseyinin üyesi idi.
Evet, yalnızca bir hafta içinde, diplomatımızı şehit eden PKK
terör örgütün unsurlarına karşı müthiş bir temizlik yapıldı.
Şüphesiz istihbaratınız güçlü ve operasyon kabiliyetiniz yüksek
ise, başarılı sonuç da kesindir… Türkiye’nin bu alanda geldiği
nokta, diğer pek çok ülkeyi imrendirecek seviyededir. Mesela Suriye
rejiminin kalbi sayılan Lazkiye’den, Reyhanlı katliamının faili
olan, Yusuf Nazik adlı teröristin derdest edilip Türkiye’ye
getirilmesi muazzam bir şeydi.
Elbette yalnızca Irak ve Suriye coğrafyasında değil, Doğu’da
dolduğu gibi Batı’da da; mesela Ukrayna, Moldova ve Kosova’da ve
daha başka yerlerde de buna benzer operasyonlar icra
edilmektedir…
Irak ve Suriye coğrafyası, Orta Doğu’daki birçok ülke gibi,
Osmanlının dört yüz küsur sene boyunca hâkim olduğu ve başarıyla
idare ettiği topraklardır… Dört asırlık zaman dilimi, oralarda her
alanda kök salma ve güçlü bağlar kurma bakımından yeterince imkân
verir. Önemli olan bu imkânları kullanma ve muhafaza edebilme
becerisidir. Osmanlının son demlerine kadar bunun büyük ölçüde
başarıldığını söyleyebiliriz. Ancak 18'inci asrın başlarından
itibaren, Britanya İmparatorluğunun Arap topraklarında başlattığı
istihbarat çalışmaları ve bu çerçevede ektiği fitne tohumları,
19’uncu asrın sonlarına doğru bambaşka dengelerin ortaya çıkmasını
sağlamıştır. Özellikle 1896 ile 1918 yılları arasında, Mısır;
Körfez ülkeleri, Irak ve Suriye topraklarında, arkeolog, biyolog,
botanikçi, tabiat fotoğrafçısı vs. kisveler altında cirit atan
ajanların yaptıkları yıkım çok büyük olmuştur. Sonuç olarak Türkler
ile Araplar arasında kin, nefret ve düşmanlık hat safhaya
çıkarılmış ve nihayetinde bu topraklar elden çıkmıştır.
Cumhuriyet dönemindeki politik anlayış ve radikal zihniyet
değişimi sebebiyle, bölgeye yaklaşım çok farklı olmuş. Bu yüzden de
tarihî ve sosyolojik açıdan, Bölge ile bağların mevcudiyeti
bir ölçüde devam etmiş, ancak siyasi ve kültürel alanlarda
münasebetler iyice zayıflamıştır. Dolaysıyla ciddi bir yabancılaşma
ve birbirinden uzaklaşma meydana gelmiş. Buradan doğan boşluğu da
başkaları doldurmuş… Özellikle yönetici sınıf ve elit kesim
üzerindeki yabancı (Bunu “Batı” diye okumak en doğrusu…) etkisi,
günümüzdeki tablonun temel sebebi ve sonucu olmuştur.