Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın
ABD ziyaretinin yankıları, yerli ve yabancı medyada devam ediyor.
Ancak objektif bakış açısından ziyade subjektif yaklaşımlar daha
ağır basıyor… Gerçek nedir?
Medya organlarının (hele de
sosyal medya felaketi bu denli devreye girdikten sonra) olayları
öyle saptırma becerileri var ki, bazen gözünüzün önünde cereyan
eden gelişmeleri bile başka türlü görmeye başlarsınız!.. Bu yüzden
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD’ye yaptığı ziyaretin yerli ve yabancı
medyadaki yansımalarını birlikte okumak, bazı noktaları daha iyi
değerlendirmek ve mukayese edebilmek bakımından faydalı olacaktır…
Düne kadar Türkiye ve Sayın Erdoğan aleyhine tek kale oynayan Batı
medyası, son ziyareti Cumhurbaşkanımız hesabına bir zafer
mahiyetinde sunuyor! Amerikan medyasının büyük ekseriyetle başından
beri Trump’a karşı bir tavır içinde olması, buna karşılık Başkan’ın
da alttan almayıp üstüne üstüne gitmesi, ilişkileri sürekli gergin
tutuyor. Hele hele yeni seçim dönemi için çalışmaların hız
kazandığı ve azil sürecinin iyice ısındığı bir sırada, mevcut
birikimin üstüne; 2020 ve ötesi hesaplarının da yüklenmesi, bardağı
iyice taşırdı. Bu sebeple ABD medyasının tutumunu anlamak mümkün…
Beri tarafta Avrupa medyasının da ta baştan beri Trump’a hiç de
sempatiyle bakmadığı ortada. Trump AB’yi savunma ve ekonomik bazı
meselelerden dolayı sıkıştırdıkça, öfke deniz dalgası misali
kabarıyor. Onun içindir ki, sırf Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şahsına
komplimanları diye, Trump’a çok ağır hakaretler yağdırdılar. Özetle
hem ABD hem AB medyası, Trump’ı âdeta paspas yaparken, buna
karşılık Erdoğan’ın Washington’da elde ettiği başarılı sonuçları
mübalağalı biçimde işlediler.
Yerli medyada ise daha farklı
yansımalar oldu. Muhalif gazeteciler ya dezenformasyon yoluna
başvurdular. Ki, bu düpedüz etik dışı bir şey! Dışişleri Bakanı
Sayın Mevlût Çavuşoğlu’nun Oval Ofis’te ayakta kaldığı gibi yanlış
ve yanıltıcı bir fotoğrafa sarıldılar. Oysa aynı karede ABD
dışişleri bakanı Pompeo da ayakta idi… Bunun yanında bir bayan
meslektaşımızın sorduğu son derece yerinde bir soruya cevap vermek
yerine, Trump’ın polemik yapmasına sarıldılar. Her iki davranış da
çok ucuz ve yakışıksızdı doğrusu. Bunun gibi, Erdoğan’ın
Trump’a bizzat iade ettiği mahut mektup meselesi de yerli
siyasetimiz için ciddi bir test oldu!.. CHP’li yöneticilerin bu
konuda içine girdiği tavır, doğrusu pek de hoş bir durum değil.
Bütün dünyanın izlediği ortak basın toplantısında, Cumhurbaşkanı
Erdoğan’ın bahse konu mektubu, Trump’a geri verdiğini
duyururken, “takdim ettim” ifadesini
kullanmasına sarılmak ve buradan bir zaaf devşirmek beyhude
çabalardır. Bilindiği üzere, diplomaside en ağır taarruzlar dahi
belli bir üslup içinde yapılır ve böylesi çok da etkili olur… Yani
Cumhurbaşkanının, Trump gibi amiyane ve basit bir dil kullanmasını
isteyen muhalefet, bu noktada yanılıyor. Bunun delili de
Erdoğan’ın mektuptan bahsederken, Trump’ın yüzünün aldığı
hâldir!..
Evet, öncelikle şu tespiti
yapalım. Elbette bir resmî ziyaretle bütün problemlerin çözüme
kavuşmasını kimse beklemiyordu. Zaten böyle bir şey siyasi tarihte
de görülmüş değil… Öcalan gibi, FETÖ elebaşının gözlerini
bağlayarak bize teslim mi edeceklerdi? Türkiye ve Amerika, hem
ikili, ilişkilerde hem de özel olarak Suriye meselesinde kendi
pozisyonlarını korumakta ve kendi tezlerini karşı tarafa kabul
ettirme istikametinde çalışmaya devam etmektedir. Yani ABD,
Suriye’de PKK/PYD terör örgütünü desteklemekten vazgeçmiş değil ve
böyle bir işaret de yok. Bunun yanında Türkiye’nin Barış Pınarı
Harekâtı sebebiyle, Kongre’nin bize uygulamak istediği ekonomik
yaptırımları da, demoklesin kılıcı gibi tepemizde sallama hedefi
ortada… Aynı şekilde S-400 füze savunma sistemine karşı, F-35
projesinden dışlayarak bizi baskılama teşebbüsü de gündemde. Buna
karşılık, Türkiye’nin terörle mücadele ve Suriye sınırında bir
garnizon terör devletine asla müsaade etmeme kararlılığında en ufak
bir sapma yok. Sapma olmadığı gibi, Türkiye bu konuda gerekli
görüldüğü takdirde çok daha kararlı adımları atacağını da her
zeminde açıkça ortaya koymaktadır. Yani ABD’nin veya Rusya’nın
hoşuna gitmiyor-gitmeyecek diye, ulusal güvenliğine aykırı bir
tutum içine girmesi söz konusu değil.