15 Temmuz’dan sonra kaleme aldığımız yazılarda geçmişe ayna tutarak son bir buçuk asırda yaşanan darbe ve teşebbüslerin bir kısmını özetle sunmaya çalıştık. Ancak konu çok geniş ve çetrefil…
21 Temmuz tarihli yazımızın başlığı ‘Darbeci üreten sistem… Darbe
manyağı Albaylar!’ idi. Orada temel problemin, darbe yapmaya
elverişli sistemden kaynaklandığını ve bu sistem değişmedikçe,
sıkıntıların bitmeyeceğini vurgulamıştık… Aklın yolu birdir… Devlet
bu sisteme neşter atmış bulunuyor. Türk Silahlı Kuvvetlerinin
teşkilat yapısı, eğitim sistemi ve devletin diğer mekanizmalarıyla
olan ilişki ve bağlantısı, çok köklü şekilde değişiyor. En radikal
değişim olarak askerî okulların kapatılması ve Millî Savunma
Üniversitesi adıyla kurulacak yeni bir üniversitenin programı
çerçevesinde, TSK’ya ihtiyaç duyulacak elemanların yetiştirilmesi…
Böylece 1876’da Sultan Abdülaziz Han’a karşı Harbiye Kumandanı
Süleyman Paşa’nın, 1960-62-63’te onun haleflerinden Sıtkı Ulay ve
Talat Aydemir’in, 15 Temmuz 2016’da; Kuleli Askerî lisesindeki
15-17 yaşında çocukların dahi eline silah veren FETÖ’cü
darbecilerin, devlet düzenine başkaldırmak için güç devşirdiği
yerler olan askerî okullar, artık devre dışı. Böyle bir neticeye
gelinmiş olması ne acı! Ne yazık ki, bu okullara giriş yapan
çocuklara, “geleceğin cumhurbaşkanı olma” hedefi aşılanıyordu…
1961 Anayasası ile TSK’ya özerk bir konum temin edilmişti. Gerçek
manada denetlenemeyen bir yapı ve işleyiş… 1982 AY 117. Maddesi
Millî Savunma başlıklıdır. Ancak maddenin konu başlığı
‘Başkomutanlık ve Genelkurmay Başkanlığı’ şeklinde tanzim
edilmiştir. Millî Savunma Bakanının Genelkurmay Başkanı ve kuvvet
komutanlarıyla ilişkisi ve yetki alanının kanunla düzenleneceği
maddenin en son fıkrasında yer almıştır… Şimdi çıkarılan yeni kanun
hükmünde kararname ile bu yapıda esaslı bir değişiklik yapıldı ve
kuvvet komutanları Millî Savunma Bakanlığına bağlandı. Jandarma
Teşkilatı ve Sahil Güvenlik İçişleri Bakanlığına bağlandı. Gülhane
Askerî Tıp Akademisi (GATA) bütün kuruluşlarıyla birlikte Sağlık
Bakanlığına bağlandı. Askerî yargıda da çok önemli değişiklikler
söz konusu. Bütün bu reform niteliğindeki değişimin ana hedefi,
şüphesiz Türk Silahlı Kuvvetlerini esas görevi olan ülkeyi savunma
hususunda en donanımlı hâle getirmektir. Bunun da temelinde iki
husus var. Birincisi TSK mensuplarını en iyi şekilde eğitmek…
İkincisi de, askerimizi en modern ve en etkili silah sistemleriyle
donatmak. Zira evrensel ölçekte savaş konseptinde çok büyük
değişimler söz konusu. Artık İkinci Dünya Savaşından kalma yapı ve
silahlarla, güçlü bir müdafaa yapmak mümkün değil. Gerçekçi olalım.
Ordunun görevi ülkeyi savunmaktır. Bunun dışında kendisine siyasi
veya ekonomik birtakım meşgaleler edinmesi, askerin savaş gücünün
kesinlikle olumsuz biçimde etkilenmesidir.
Osmanlı devrini bir tarafa bırakalım, Cumhuriyet döneminde; 27
Mayıs 1960 Darbesinin öncesi ve sonrasında, emir komuta zincirini
yakıcı şekilde parçalayan askerî müdahale, muhtıra ve çeşitli cunta
oluşumları, Orduya manevi açıdan büyük kayıplar verdirdi. Aksi
yönde sürekli teşviklerde bulunan şer odaklarının pompaladığı
havanın ne kadar zehirli olduğunu, yaşanan bütün örneklerde
görebiliyoruz. 1961 seçimlerinden sonra, halkın sandıkta verdiği
kararı beğenmeyen cunta (Silahlı Kuvvetler Birliği), yönetime
yeniden el koymak için, Ankara ve İstanbul’da protokol üstüne
protokol imzalıyordu!.. O vakit genelkurmay başkanı olarak aynı
zamanda SBK’nın onursal başkanı da olan(!) Cevdet Sunay, bu
protokollerin uygulama alanı bulmasına mani olabilmişti. Ama aynı
Sunay, 12 Mart 1971 muhtırası sırasında Cumhurbaşkanı olarak
Başbakan Demirel’e şöyle dert yanıyordu: “Süleyman Bey, beni de
devre dışı bıraktılar…” Şu darbeci sisteme bakar mısınız?!