1959 yılından beri Avrupa
Birliği’ne (o zamanlar henüz Avrupa Ekonomik Topluluğu idi…)
girmeye çalışıyoruz… Geçen altmış yıllık sürede, ilişkilerimiz çok
defa krizlere girdi. Koptu kopuyor derken, her seferinde yeniden
düzeliyor gibi görünse de, bugüne kadar beklediğimiz karşılığı
hiçbir vakit göremedik. Bundan sonra göreceğimiz konusunda da fazla
iyimser olamıyoruz.1959 yılındaki üyelik müracaatımızın üzerinden
tam kırk yıl geçtikten sonra, nihayet, 1999 Helsinki Zirvesi’nde;
Türkiye tam üyelik için adaylığa kabul edildi. Hâl bu ki, ondan
sadece bir yıl önce Kopenhag Zirvesi’nde, ülkemizin tam üyelik için
gerekli şartları taşımadığı (Eligible olmadığı) yolunda karar
alınmış, bu sebeple de ilişkiler âdeta oksijen çadırına
kaldırılmıştı… Helsinki’de, bizim de izlediğimiz basın
toplantısında, dönemin başbakanı Bülent Ecevit’e yabancı bir
gazeteci şöyle sormuştu: “Bir yıl içinde ne değişti de, Türkiye
adaylığa kabul edildi?..) Ecevit şöyle cevaplamıştı: Bunu Avrupa
Birliği yetkililerine sormalısınız. Ne değişti doğrusu ben de
anlayamadım!..” AB’nin her daim kafa karışıklığı içinde olduğu bir
gerçek… Ve bu kafa karışıklığını aşamadığı için de sürekli
yalpalıyor. Bütün gayretlere rağmen, AB’nin geleceğine dair çok da
olumlu şeyler söylenmiyor. İngiltere’nin AB’den çıkmak için içeride
canhıraş bir siyasi mücadele vermesinin altında ne yatıyor olabilir
sizce? Evet, AB’nin durumu hiç sağlıklı değil, bu yüzden geleceği
de kuşkulu. Fakat buna rağmen, Almanya ve Fransa başta olmak üzere,
üyeler mevcut şartları zorlayıp AB’yi daha etkili bir yapı hâline
getirmeye çalışıyor.
Ne var ki, hâlihazırda görünen
tablo bu çabaları desteklemiyor. Bunun temelinde yatan ana sebep
AB’nin gerçeklerle uyuşmayan politikaları ve göz göre göre alınan
yanlış kararlardır. 1983’te üye olduktan sonra, AB’nin öncü
ülkeleri, Yunanistan’ı yıllarca önümüze engel olarak koydu…
2004’ten sonra da aynı şeyi Güney Kıbrıs Rum Yönetimi üzerinden
yapmaya başladılar. Her şeyden önce, Güney Kıbrıs’ın tek başına ve
o günkü şartlarda tam üyeliğe alınması etik dışı bir hareketti.
Lakin AB’nin böyle bir endişesi zaten yoktu! “Avrupa’nın şımarık
çocuğu” Yunanistan ve onun küçük kardeşi GK Rum Yönetimi, büyük
külfet olarak sırtına bindikleri AB’yi, âdeta burnuna halka takarak
istedikleri istikamette sürüklemeyi sürdürüyor. Bunun son örneği
doğu Akdeniz’deki ihtilaflı sahalarda hidrokarbon arama
faaliyetleri ve buna dair birtakım gölgeli anlaşmalardır. Türkiye,
bu şekilde bir oldubittiye getirilerek, doğu Akdeniz’de kendisinin
ve KKTC’nin haklarının haleldar edilmesine müsaade etmeyeceğini,
kararlı biçimde ve sahada fiilen gerekli adımları atarak ortaya
koydu. Türkiye’nin bu tavrı, GKRY ile gizli kapaklı ilişkilere
giren İtalya ve Fransa’yı âdeta panikletti ve her ikisi de nasıl
bir yanlışın içine düştüğünü herhâlde anlamış oldu. Ama GKRY ve
hamisi AB, hâlâ kuyruğu dik tutmaya çalışıyor. Türkiye’nin bu haklı
tavrına karşı, pratikte bir etkisi olmayacak birtakım müeyyideler
uygulamaya çalışıyor. İşte bu noktada Cumhurbaşkanı Erdoğan, AB’ye
en net ve en sert biçimde gerekli ikazı yaptı. Ne pahasına olursa
olsun, Türkiye kendi haklarını koruyacaktır. AB ile ilişkilerin
şöyle ya da böyle olması işin teferruat kısmıdır. Müzakerelerin bir
anda sona ermesi de dâhil!..
İkinci olarak, ABD’nin
uluslararası hukuka ve devletler arası ilişkilerin çerçevesini
çizen hiçbir siyasi ve etik norma uymayan bir tavırla, alenen terör
örgütü PYD/PKK ile iş birliği yaparak, Suriye sınırımızın hemen
dibinde bir garnizon terör devleti kurmaya kalkışması… Bu
satırların yazıldığı saatte, henüz Cumhurbaşkanı’nın Beyaz
Saray’daki temaslarına dair bir açıklama yapılmamıştı. Ancak bu
görüşmelerden hangi sonuçlar çıkarsa çıksın ve ABD’nin Suriye
politikaları nerelere evrilirse evrilsin, Türkiye, kendi ulusal
güvenliğine, toprak bütünlüğüne yönelecek bütün tehdit ve
tehlikeleri bertaraf etmekte kararlıdır. Bunun için hangi bedeller
ödenirse ödensin, sonuç değişmeyecektir… ABD ile de yetmiş küsur
seneden beri pek çok kriz yaşadık. Maalesef hemen her krizin
müsebbibi, dünyanın süper gücü olarak bilinen ABD olmuştur. Zira
büyük devletlere yakışmayacak tutumlar içine girmiş ve karşı
tarafın haklarını, hassasiyetlerini hiç kale almadan kendi
hesapları istikametinde adımlar atmıştır. Elbette Türkiye bunları
kabul etmeyecekti… Kısacası AB’ye ve ABD’ye rağmen, Türkiye her hâl
ve şartta, millî menfaatlerini sonuna kadar koruyacaktır.
Nokta!