Dışişleri Bakanı Mevlût
Çavuşoğlu çok yerinde bir ifadeyle AB’nin yaptırım kararını şöyle
nitelendirdi: “Rum kesimini memnun etmeye dönük kıytırık kararlar…”
Evet, AB, hodri meydan görelim gücünü!
İki gün sonra Kıbrıs Barış
Harekâtı’nın 45. yıl dönümünü kutlayacağız… Türkiye Cumhuriyeti,
Kıbrıs Türklerinin haklarını korumak üzere, garantör ülke sıfatıyla
20 Temmuz 1974 günü, Kıbrıs’a askerî müdahalede bulundu. Şayet bunu
yapmamış olsaydı, bir buçuk asrı aşkın zamandır üzerinde çalışılan
Enosis planı (Kıbrıs’ın Yunanistan’la birleştirilmesi) fiilen
hayata geçirilmiş olacaktı… Yunanistan, boyunu aşan büyük
hayallerden (Megali idea – büyük fikir) vazgeçmedi, vazgeçmiyor.
Avrupa’nın şımarık çocuğu olarak, bugüne kadar her şart altında hep
destek gördü, korundu, kollandı… 1950’li yılların başından
itibaren, Kıbrıs Türklerini ortadan kaldırmak için kurduğu terör
örgütü E.O.K.A, sonunda kuruluşunda bizzat görev alan Makarios’u
kendi eliyle devirmişti… Avrupa devletleri, 1960’ta kurulan Kıbrıs
Cumhuriyeti’nin nasıl çökertildiğini, Türklerin can ve mal
emniyetinin nasıl ortadan kaldırıldığını en yakından izlediği
hâlde, zulme ve haksızlığa yalnızca ses çıkarmamakla kalmadı, zalim
tarafı ne pahasına olursa olsun arkalamak gibi bir siyasi
ahlaksızlığı ika etti!.. İşte bütün bu gayri insani tavır ve
tutumların karşısında, Türkiye büyük risk ve bedelleri göze alarak,
garantörlük hakkını kullandı. Sonuç olarak Kıbrıs’ın kuzeyinde,
yeni bir siyasi entite, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti doğdu.
1974’ten beri Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin, KKTC topraklarıyla
ilgili en ufak bir inisiyatifi söz konusu değildir. Buna rağmen,
Avrupa Birliği ahmakça bir politika ile GKRY’i, adanın tamamının
temsilcisi olarak üyeliğe dâhil etti.
Hikâyeyi hepiniz biliyorsunuz. O
yüzden burada teferruata girmeye gerek yok. Ama şu kadarını
söylemek gerekiyor. AB tam manasıyla bir siyasi ahlaksızlık
sergileyerek, GKRY’i tam üyeliğe kabul etti. Zira AB, bizzat
desteklediği Annan Planı’nı, 2004’teki referandumda reddeden GKRY’i
böylece ödüllendirdi. KKTC’yi ise tam aksine cezalandırmaya devam
ediyor. Onun da ötesinde, Kıbrıs Türklerinin varlığını ve haklarını
toptan inkâr ediyor. Böyle bir siyasi ahlaksızlık, AB’nin alnına
kara leke olarak yapışmıştır. O yüzden de, Türkiye haklı olarak şu
tespiti yapmıştır: “Kıbrıs Türklerine verdiği sözleri 2004’ten beri
tutmayan AB’nin bize söyleyeceği bir sözü yoktur…” AB’nin
dillendirdiği yaptırım kararlarının, öyle ciddiye alınacak bir şey
olmadığını ifade eden Dışişleri Bakanı Mevlût Çavuşoğlu’nun şu sözü
de tarihe düşülen önemli bir nottur: “Rum kesimini memnun etmeye
dönük kıytırık kararlar…” Bu kararlar uygulansa ne olur? Dışişleri
Bakanı’nın kayda geçirdiği üzere, AB’nin böyle kıytırık kararlarla,
Türkiye’yi Doğu Akdeniz’deki kendi haklarını ve Kuzey Kıbrıs’ta
yaşayan Türklerin haklarını koruma politikasından asla
vazgeçiremez. Tam aksine bu tür yanlış adımlar, Türkiye’nin
tepkisini güçlendirir ve bu paralelde yeni adımlar atmasına sebep
olur. Nitekim de öyle oldu. Türkiye, Kıbrıs Adası’nın etrafında
görev yapan üç sondaj ve sismik araştırma gemisinin yanına,
dördüncüsünü de yollamış bulunuyor. Kıbrıs Rum Yönetimi ve
Yunanistan, AB ve hatta ABD’nin koltuğu altında fiilî durum
yaparak, Türkiye ve Kıbrıs Türklerinin haklarını gasbedebileceğini
sanıyorsa, fena hâlde yanılıyor. Hodri meydan!..
Türkiye her vesileyle
uluslararası hukuk kuralları çerçevesinde ve barışçı bir anlayışla
hareket ediyor. Ancak Rum Yönetimi ve Yunanistan, AB üyeliğini
sonuna kadar sömürerek, gayri hukuki tutumunda ısrar ediyor. Hiçbir
şekilde Kıbrıs Türklerinin haklarını tanımıyor. Son olarak, KKTC
Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın; BM’nin gözetiminde, AB’nin de
gözlemci olarak katılacağı bir ortak “Hidrokarbon komitesi”
kurulması teklifini de reddetti. Rumlar bütün bu şımarıklığı
sergilerken, ABD de onu ödüllendirir gibi, 1987 yılından beri
uyguladığı silah ambargosunu kaldırma kararı alıyor… Elbette bunu
S-400 hava savunma sistemini Rusya’dan satın alan Türkiye’ye karşı,
bir cezalandırma niyetiyle yapıyor! Ama fark etmez. Kıbrıs Barış
Harekâtı’nın akabinde de ambargo kararları almıştı. Aslına
bakarsanız o ambargolar hiçbir zaman sona ermedi. Lakin Türkiye
yolundan asla ve kata sapmadı… Burada dikkat çekmemiz gereken bir
husus var. Türkiye, Doğu Akdeniz’deki münhasır ekonomik bölge (MEB)
ilanında hayli gecikmiş bulunuyor. Rum Yönetimi, 2003’te Mısır,
2007’de Lübnan ve 2011’de İsrail ile MEB anlaşmaları yaptı ve o
tarihlerden beri bu alanda çalışmalar yapıyor. Türkiye ise ancak
2011’de, KKTC ile kıta sahanlığını sınırlandırma anlaşması imzaladı
ve buna dayanarak, KKTC hükûmeti Türkiye Petrollerine, Karpaz
bölgesinde petrol ve doğalgaz arama ruhsatı verdi. Yavuz gemisi
hâlen burada o ruhsatla sondaj çalışmaları yapıyor…