Siyaset başta olmak üzere günlük yaşanan
olaylara yalınkat bakmak hiç vazgeçmek istemediğimiz sıradan bir
alışkanlığımızdır.
Olaylara, gelişmelere hiç sorgulamadan,
öğretiye dayalı eleştiri getirmeden iyi-kötü, siyah-beyaz,
doğru-yanlış açısından bakıldığında, yanılma payı yüksek
olabiliyor.
Dünü unutup yapılacak üstünkörü
değerlendirmeler, bugün için geçerli akçe gibi gözükebiliyor. Ya da
dün gerçekleştirilmiş yanlışları örtmek için kurgulanan günü
kurtarma girişimleri, büyük bir eylem gibi
algılanabiliyor.
İlkeye ve bir düşünsel çizgiye dayanmadan
adımlar atmak, ancak bağımsız düşünme yetisini yitirmişlerin ya da
kullanılmaya elverişli olanların başvurdukları bir
yöntemdir.
Tutulacak yolu akılla belirleyen siyaset ve
tutum yerine, entrikaya yönelenlerin ve başkalarının oyuncağı
olmaya aday olanların Anadolu insanını nerelere sürüklediğinin
tarihimizde örnekleri vardır.
Örneğin, Atatürk’ün
İttihatçılar’dan özenle neden uzak durduğu, başta Söylev olmak
üzere birçok tarihsel belgeye
yansımıştır.
Sonu ve hedefi belirsiz girişimler, geçen
haftaki yazımızda Atatürk’ten yaptığımız alıntıda olduğu gibi
“halkı çılgın ve aptal yapma”ya yarar. Ya da iyi
hesaplanmamış, dolayısıyla sonuçsuz kalacak etkinlikler, eldeki
toplumsal gücü, çılgınca ve aptalca harcamaya neden
olur.
Yalnızca Atatürk’ün bu sözünü yazdığımız ve bu
söz kimilerinin güncel algı yönetimine aykırı geldiği için bizi
“şucu-bucu” gibi dayanaksız, yalapşap yakıştırmalarla
eleştirenlere bir kez daha anımsatmak
zorundayız:
İçinde bulunduğumuz karşıdevrim saldırısı
karşısında çılgın değil, akıllı olmak zorundayız. Cumhuriyet,
kimilerinin ileri sürdüğü gibi çılgınlıklar üzerinde değil, akıl
üzerinde yükselmiştir.