Şu kadar yıllık yürüyüşün sonunda, geldiğimiz yer burasıdır:
Sadece inançlı olmak yetmiyor, inandırıcı da olmak zorundayız.
Kısaca: İtimat ehli. Makâlât'ta geçer: “Dünyada yaratılmış her
nesneye güven vermek…” Aynı eserde şu da sorulur: “Bir kimse şeker
tatmamış olsa, adını bilmekle tadını ne bilir?”
İnsan zor zamanlardan oluşur. İşte o zorlukların üzerimizde hakkı
ve hatrı vardır. En tatsız olay bile, sonunda aziz bir hatıraya
dönüşür. Üstünden yıllar geçer ve neşeyle anlatırız.
Şunu da anlamış bulunuyorum: Asıl mesele, bir davaya sahip olmak
değil, bir davaya ait olmaktır. Hayır, kelime oyunu yapmıyorum.
Biri evsahibi, diğeri misafir gibi davranır. Tam da burada şunu
hatırlatalım: Kiraz deyince aklımıza öncelikle ağaç mı geliyor,
meyve mi? Evsahibi gibi davrananlar için de şöyle diyelim: Hak
iddia ediyorlar ve başkalarını çok kolay yargılıyorlar.
Asıl mesele, vefa yokuşunu hiç şikâyet etmeden çıkmaktır.
Sırtımızda ne olursa olsun. Bize iyiliği dokunanlara vefa, millete
vefa, memlekete vefa, mukaddesata vefa.
Minnet ağır bir yüktür, herkes taşıyamaz. Taşıyanı severiz,
taşıyamayanı anlayışla karşılarız.