Dünyadaki gelişmiş ülkelerin taksilerini düşünün.
New York'un Amerikan tarzı uzun sarı taksileri, Londra'nın
efsanevi, temiz ve konforlu siyah Hackney'leri ya da Japonya'nın
'beyaz eldivenlileri'.
Peki İstanbul'da ne var? Genelde içi dışı haftalardır temizlenmemiş
gibi duran, hepsi eski moda ve külüstür modellerden oluşan,
istisnalar müstesna şoförleri agresif ve 'merhaba' dahi demekten
aciz, bir türlü yolcu beğenmeyen, üstelik yabancıları uzun
yollardan dolaştırıp parasını dolandırmakla meşhur sarı
taksiler...
Denetlenmiyorlar ve başı boşlar. Kaldı ki plaka sahipleri
tarafından emeği sömürülen şoförlerin haklarını da pek umursayan
yok.
Neymiş, uber vergi ödemiyormuş.
Çünkü senelik yüz binlerce gelir elde eden plaka sahipleri üç beş
binden fazla vergi ödüyor?! Uber yabancı şirketmiş, bizimkiler
yerliymiş. Evet, uber sayesinde Amerikalı bir şirketle şoförler
kazancının beşte birini paylaşmış oluyorlar ama insan en başta
ailesiyle, çoluk çocuğuyla ya da yalnız bir kadın güvenli yolculuk
edip edemeyeceğine bakar.
Müşteriyi velinimeti olarak gören bir taksicilik uygulaması
olsaydı, akıllı telefonlar en yakın taksi durağını aramak için
kullanılırdı.
Taksicilikteki vasat ortadayken, sektörün tek sorununun 'uber'
olduğunun sanılması büyük bir yanılgı. Taksiciler Odası Başkanı'nın
kameralar önünde açıkça devleti ve vatandaşı 'yakıp yıkmakla'
tehdit etmesi, şimdiye dek yapmadıkları için de teşekkür etmemizi
beklemesi zaten nasıl bir sorunla karşı karşıya olduğumuzun en açık
kanıtıydı. Devlete belki baskı kurarak uber'i yasaklatırsınız ama
bu vakitten sonra 'zuber'in çıkmasına engel olamazsınız.
İşe serbest piyasa şartlarına uyum sağlamaya ve müşteri
memnuniyetini önemsemeye çalışarak başlayabilirsiniz.
New York piyasasına 2011'de giren uber'e bağlı çalışan araç
sayısının 2015 itibariyle taksilerin sayısını aştığını da
hatırlatmış olalım.
İTAKSİ
?Uber...